Devrim dememek için sınıf dememek

Yapacak bir şey yok. Elbet ben de, Hrant davasının yankıları gündemdeyken, AKP ile “demokrasi” paydasında buluşanların çırpınışları muazzam bir turnusol işlevi görürken, tepkilerden belli ki ilk bölümünden bir hayli sıkıldığınız ve gereksiz bulduğunuz Halil Berktay yazısı aktarmaya devama boşvermeye dünden hazırdım. Lakin ne çare, ciddiyetten bunca bahsedip de, akabinde bunu yapamazdım. Siz bu hafta pas geçtiğimi varsayın, ben de kısacık keseyim. Yaşasın: “Devam etmeyeceğim...”

* * *

“Objektif yaklaşıma karşı sübjektif yaklaşım, belki en çok milliyetçilik çalışmaları alanına damgasını vurdu.” Halil Berktay’ın kurduğu bu cümle, eleştirel değil, aksine, hani şu Marksizmin yanlışlanan önermesinin yıkıldığı ve bilincin, ideolojinin özerkliğinin görüldüğü, tasavvurla, tahayyülle, icatla geliştiği bir yeni döneme övgü sırasında sarfediliyor. Tarihbilimci Berktay, yeter ki “bilincin özerkliği”ni göstersin, kaba objektif yaklaşım karşısında serbest milliyetçi sübjektivizme de olumlama payesi veriyor. Buradan, son zamanlarda sıkça başvurduğu, nesnelliğe bakmayan, anakronik ve kimlikçi tarih yazımına geçit bulduğu anlaşılıyor.

Devam. Yazısının girişinde, Marksizmden kalanlar kısmında zikrettiği “devletin ve özel mülkiyetin belli bir koşulda doğuşu” şeyi vardı ya, orada da teorinin eksiğini saptamış. Devletin “ilk” ortaya çıkışı, emek verimliliğinin yarattığı artı-ürünün doğurduğu sınıfsallaşmaya doğrudan bağlanamazmış. Potansiyel artı-ürün de varmış ve ekonomi haricinde oluşan savaş örgütlenmelerinin çiftçilerin başına geçerek, onları fiilen artı-ürün üretmeye zorlamasıyla da açıklanabilirmiş. “Modern” devletin doğuşu da buymuş aslında, öyle altyapısı hazır kapitalizmin üstyapısı olarak burjuva devrimiyle doğmamış, çok daha önce varmış, Fransız Devrimi de, teori öyle istediği için burjuva devrim olmazmış, bu modern devletin fethiymiş.

Yok ilk, yok modern filan derken devlet kavramını bulamaca döndürmesi bir tarafa, şu artı-ürünün, reel, elde edilmiş ya da potansiyel, elde edilmesine yönelinmiş olması, ikinciye askerî cebirin eşlik etmesi, üretime, artı-ürüne el koymaya, işbölümüne dayalı bir yapı göstermesi, ekonomiyi mi ortadan kaldırıyor, sınıfları mı anlaşılamıyor. Devlet oluşumunda sınıfların belirleyiciliğini, ekonomiyi, silahlı gücün artı-ürüne el koyması ve çiftçileri çalıştırmasıyla geçersiz kılan nedir, bilinemiyor. Modern burjuva-proletaryanın, tarihin bir evresinde ortaya çıkması, sınıfsal ayrışmaya dayalı örgütlenmenin devlet olarak adlandırılmasını geçersiz mi kılacak? Önce, sınıflardan azade modern devlet kurulmuş, sonra fethedilmiş. Berktay’ın, “geçen ayakkabımı boyattım, demek ki sınıflar hikâyedir” demesine ramak kalmış.

Askerî alandaki gelişmelerin doğurduğu bir araç olunca Berktay’ın “modern devlet” prototipi, Marksizmin “aşırı sınıfsallık” ayağı da çökmüş. Sınıf, toplumsal yapının belirleyicisi, analiz kategorisi olmaktan çıkmış. Her fikrin, politik eylemin, devrimin, partinin “illâ” bir sınıf karakteri olması gerekmediği görülmüş. “Sınıfa karşı sınıf” basitçiliği, politikadan, öncelikle de tarihçilikten silinmiş.

Örnek mi? Veriyor: Osmanlı tarihine, devletin ve timar sahiplerinin zulüm ve sömürüsüyle, köylülerin ve göçebelerin ezilmişliği açısından bakar, Şeyh Bedreddin’e filan takılırmış Berktay’ın nesli, oysa şimdi, Osmanlı tarihçiliğinin “öncü kenarı” (Öncü kenar! İyi...) Osmanlı kültür ve medeniyetiyle de ilgileniyormuş. Var mı, “sınıfa karşı sınıf”ın çöktüğünün daha net bir göstergesi? Osmanlı kültürüyle ilgilenmek için, önce oradaki sınıf mücadelesiyle ilgilenmeyi bırakacaksın... Bilimci tarihçi bunu, farklı alanlarda çalışma, ya da bir tarih araştırmasının birbirini tamamlayan öğeleri olarak, bir eksiği giderme anlamında değil, sınıflardan arınmış kültürler ve medeniyetler tarihine bakılması gerektiği yolunda öneriyor.

Ve sürdürüyor: Tarihin devrimlerle ilerlediği, yani devrimin zorunlu, kaçınılmaz, evrensel olduğu, hiçbir ampirik gözlemle doğrulanmadığı için, terk edilmiş. İşte böyledir bu işler. An gelir, yahu bari şu kapitalizmin sorunlarını aşmakta Marksist teorinin ve sosyalizm dalgasının payı olduğu tezinde ısrar etselerdi diyesiniz tutar. Yeryüzünün yarısı çehre değiştirmiş, ama ampirik gözleme mazhar olamamış nesnel tarihçide. Yorumsuz...

Şimdi diyeceksiniz ki, ne var bunda, ilerleme, sosyalizm sonrası dünyada da, devrimlerin geriye çekildiği zaman dilimlerinde de yaşandığına göre, haklı. Devrimsiz de oluyor. Bu tartışılabilir “ilerleme nedir” temalı bir panelde zihin jimnastiği olsun diye, ama, karşı çıkılan genel olarak devrim değil, önüne bir sınıf takısı gelen devrim. Berktay’a göre, “burjuva devrimleri” de yoktur aslında. Bunu, Marksistler, “sırada proletarya devrimi var” diyebilmek için uydurmuştur. Bunu söyleyebilen tarihçi, peşinden de ciddi ciddi sorarak kanıtını sunuyor: Fransız Devrimi’nde, hani ekonomide ve siyasette burjuvazi?

Aman sıra proletaryaya gelmesin de, varsın burjuvazi de devrim yapmamış olsun.

Aslında devrim var, ama şöyle ifade etmek daha bilimsel: Modernleşme devrimi, ulus-devlet inşası devrimi... Bunların sınıfsal ifadeleri olamaz bilimde! Siz ulus-devletlerin, burjuvazinin izdüşümünü verdiği bilgisini unutun diyeceğim Berktay’ın hatırı için ama, yazının finalini şöyle yapmış: Artık, bilimsel tarihçilikte “olayı yapan’ına, yaptığı farzedilene göre değil, yapılana, içeriğine göre tanımlayan kavramlar kullanılıyor”...

Ekonomiden de en az tarih kadar anlar Berktay. Fransız Devrimi’nin burjuvalar mı yaptı ki diye soran, bunu olumsuzlayınca da burjuva devrimi değil diyen, sonra da, yapana değil yapılana bakmayı öneren aynı kişi olunca, bilgi dağarından her şeyi silerek de bilimci olunamayacağı görülüyor.

“Faiz değil kâr payı” gibi, yeni-olgucu akımın, kavramları değiştir olgu değişsin zırvasına tavan yaptıran bir tarihçi... Burjuva deme de, ulus-devlet inşası devrimi de, hop, sınıflardan kurtuldun! Acaba, proleter devrim demesek de, mesela, üretim araçlarının kamulaştırılması devrimi desek, Berktay bizi sever mi?

Bütün bunlar, Berktay’ın “tecahül-ü arifane”sinden, ya da düpedüz muhakeme gücünü yitirmiş olmasından değil. Olabildiğince araya girmeden, bir tek makale çerçevesinde aktardığım bu “tez”ler, bir tarihçinin, tarihe ve kavramlara çalım atması çabasının ötesinde, sınıf deyince devrim denileceğinden duyulan korkunun dışavurumu, kımıltısızlık özleminin aklı felç etmesidir.

Eğer devlet, devrim, sınıf, tarih gibi olgulara, Halil Berktay adlı bir tarihçinin bakışından ibaret olsaydı bunlar, “vah vah” der geçerdik en fazlası. Ama, burada açıkça dile getirilen, son derece sistematize edilmiş bir ideolojik inşa girişimiyle karşı karşıyayız ve asıl bizi ilgilendiren, kendisini solda gören, “sosyalist” sıfatını kullanan geniş bir kesim tarafından da bu saldırganlığın ucundan kıyısından nasiplenme emarelerinin artışıdır.

Halklar, azınlıklar, milliyetler, kültürler denilmesine hiçbir itirazı olmayan, hatta bunları diline dolayan bu kümenin, sınıf denilmesinden bu kadar ürkmesinin, öfkeye kapılmasının uyarıcı bir işlevi olmalı. Asıl kaygılanılan, kapitalizme alternatif önerilmesidir, sosyalist devrimdir. Tarihte devrimler olduğu “teorisi”ni, bilimci sıfatını yerle yeksan ederek yanlışlama çabası bunun sonucudur. Ama, bütün bu makalede, bilincini kaybetmiş bir adamın hezeyanlarının değil, aslında son derece bilinçli bir seçimin söz konusu olduğunu gözden kaçırmayalım.

Kapitalizmin bütün arazlarına karşı çıkacak bir devrim, ancak sınıfsal olabilir. Berktay ve benzerlerinin başat uğraşı, bunu önlemek, tarihten silmektir. Çünkü bilirler, halklar, azınlıklar, milliyetler, kültürler üzerinden yürütülecek “demokratik” mücadelenin, kapitalizme yıkıcı bir etkisi olmadığı gibi, kendisini tahkim etmekte kullanacağı enstrümanlar haline gelmesi de çok mümkündür. Bu yüzden, bol bol kullanılmalarında, bunlarla “bozuk bir sisteme” muhalefet görüntüsü yaratmakta sakınca yoktur. Bunlar, devrim yapamazlar nasıl olsa...

Haklıdır, bilinçlidir. Bizim vurguyu sınıfa, sosyalizme yapmamızın gerekçesi de budur...

Önce demokrasi, önce halklar, sonrasını düşünürüz deyip duran arkadaşlara, kaba sınıfçı, zamansız hedefli eleştirisi yöneltenlere, Berktay ve benzerlerini okumalarını öneriyoruz. Belki o zaman, bunun bir aşamalar, acil talepler meselesi olmadığını, iki karşıt saflaşma yaşandığını görebilirler... Ya da tarihe Berktay gibi bakmayı içlerine sindirirler... Karışmayız orasına...