Detayında ve esasında Sırrı Süreyya...

Sanırım “Cevdet Bey Ve Oğulları”nın gündeme girdiği sıralardı, kendisiyle yapılan bir röportajda, Orhan Pamuk, genelgeçer bir anlatı prensibini rehber aldığını söylemişti. Üzerinde hiç durulmayacak, genel izlekte pek bir önem taşımayan noktalarda, araştırılsa doğru olduğu görülecek gerçeklere yer vermek. Yani, bir zincir fabrikasının kullandığı alametifarika ya da bir fayton tekerleğinin çember malzemesi gibi detaylarda “bile” gerçek yansıtılmışsa, okur geriye kalan büyük bölümü de doğrulamaya, tamamına inanmaya hazır hale gelirdi.

Detay, esasa inandırırdı.

Madem bu genelgeçer bir prensip, neden Orhan Pamuk örneği üzerinden aktardım? Detaylarda araştırmacı Orhan Pamuk’un esastaki gerçeği açıkça ortada olduğu için.

Siyasette de doğru detayın yanlış çıkarıma alet edilişine, bir bütünü zedeleyerek kafa karışıklığı yaratmasına ve algı tahrip ediciliğine çok rastlanır.
Eğer bu anlatı prensibi doğruysa, tersi de geçerli olabilir mi, birşeylere işaret etmek açısından? Detayın, esası sorgulatmaya başlaması?

“Beynelmilel” filminin bir yerinde, “devrimciliğe karar vermiş” üniversiteli gencin bavulu açılır, içinden kitapları çıkar. Birinin dışı, Prof. Dr. Besim Üstünel’in “Ekonominin Temelleri” kitabıdır, kapağını çevirince ikinci bir kapak görülür: Engels’in “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” kitabı. Mesaj alınmıştır.

Mesaj alınmıştır da bir burulma da yaşanmıştır. O yıllarda her iki kitabı da hatmetmiş kuşak, “Ama, uymaz ki...” deyivermiştir. “Mesaj kaygılı” minicik bir detaydır, ama... işte...

Tıpkı, “Hatırla Sevgili” dizisinde, “parti bayrağı” dolu evdeki bavulu gizlemeleri istenen “THKO”lu gençlerin, bavulu açınca orak çekiçli kızıl bayraklar görmesiyle, “parti bayrağı”nın, anlatılan dönemdeki merkezi yayın organının adı olduğunu bilenlerin burulduğu gibi, minicik bir detay...

“Beynelmilel”in de, dizinin de, “esasta” yapmak istediklerine itiraz edilemese, ikisi de sevilerek izlense de, işte o “detayın sahiciliği omuzlaması”nın ters döndüğü durumlarda, bir “gibi”cilik duygusu gelip oturur.

O gencin bavulundan öyle bir “kitap katakullisi” çıkamazdı ki. Besim Üstünel’in kitabı büyük boy ve kalındı, Engels’in kitabı küçük boydu, daha inceydi, kapak hurufatı o yıllarda öyle değildi. Sahnede boy ve kalınlık açısından eşitlenmeleri, gerçeği zedeliyordu.

Ayrıca yöntem de yanlıştı, bir kitap diğerinin içine yerleştirilirdi, ama böyle değil. Uzatmamak için işin inceliğini geçelim, böyle hata yapılırsa, her kontrolde, üstteki kapak açılıverince “foya” ortaya çıkıverirdi diyelim.

Kuşkusuz, onca devrimcilik geçmişi, hapis yatmışlığı olan biri, bunu biliyordur. Pratiği olmasa bile görmüşlüğü vardır. Yazmıştır belki senaryoya, işi bilip bilmediklerine bakmadan settekilere bırakmıştır çekimi, kurguda görse de “olmuş artık, n’apalım” demiştir, hatta sahneyi sinemada görmüştür, kim bilir. Lakaytlıktandır yani, bilmezlikten değil. Bir de bu filmi izleyen halk, hemen algılasın mantığındandır...

Buradan, kafasındakini ehil ellere teslim edip etmediğine bakmayan, üstelik halk karşısına o ellerden geçmiş olarak çıkacağına ve kendisini bağlar olacağına aldırmayan bir portre çıkar...

İşte, Sırrı Süreyya Önder, biraz da filminin o sahnesi gibidir gözümde. Uymazı uyar gösterme “hüneri”yle, “aman kim bilecek”likle, sahicilik duygusunun zedelenmesidir. Kulaktan dolmacılıkla muhtemelen iyi niyetin bileşimidir. Bir yerden sonra da sempatik rahatlığın, antipatik gevşekliğe dönüşümüdür. Gerçeği basit anlatma görünümlü kaçamağın, uydurmaya varışıdır. Gerçekliğini yansımada kırma ve dolayımda yitirmedir.
Burada, kendi esasından, atmosferindeki detaya dönüşür. “Detay, esasa inandırır” demiştik ya, bazen bu büyü bozulur, esas detayı yalanlar.
Sanatın herhangi bir dalındaki anlatıcılıkta bu diyalektik mazur görülebilir, hatta vurgu faktörü olabilir, bütün yapıt bunun üzerine bilinçli olarak kurgulanabilir. Ama siyasette varacağı yer bambaşka boyutlardadır. Orada detay-esas bileşimi, çok daha özenle gözetilmelidir. Çünkü, birinin diğerini beslemesi bir yana, boğarak öldürmesi riski söz konusudur.

Şimdi tekrar başa dönelim detay-esas konusunda, bir daha tersten kuralım bağıntıyı. Perdeden hayata inmiş Sırrı Süreyya olgusuyla.

Erdoğan’ın kahvaltı sofrasında, “açılım için bir propaganda zemini” bulduğunu söylemesi detaydır örneğin. Toplumsal algıya yansıyan karede, bir aile fotoğrafında yer almışlık ve medyanın “esprileriyle ortama neşe kattı” figüranlaştırmasına malzemelik esastır.

“Akan kanın durması için” kendisini ortaya atması ve silahların susması talebi, detaydır. Bu kanın durdurulması üzerinden yürütülen pazarlığın, kimler eliyle, ne üzerinden yapıldığı esastır.

Gezi’de kesilecek bir ağacın önüne geçerek “dozer”i engellemesi ve buradan türetilen efsane detaydır. Bütün bir Haziran sürecine, temsil ettiği siyasal yapının yaklaşımıyla “kepçe”nin kilometrelerce uzağından bakması esastır.

Haziran’daki polis şiddetine, maruz kalmışlık üzerinden tepki koyması detaydır. O ayaklanmayı, pazarlıkta olunan hükümeti darbeyle devirecekleri kaygısıyla, “daha kaç kişi öldü ki” çetelesiyle, yaşanan acının ölçeklerde tartılmasıyla, kendi hesaplarının neresine oturduğuyla değerlendirerek uzak duran siyasetin sözcüsü olması esastır.

Kültürün ve sanatın yayıcısı, üreticisi bir aydınlanmacı olduğu beyanı ve realitesi detaydır. Gericiliğin kuşatması altındaki bir ülkede “Apo’nun Gülen’e selamı”nı getirip götürmesi esastır.

Sarıgül’ü dini siyasete alet etmekle eleştirmesi detaydır. İslami motifler toplumda iş görüyor mantığıyla, her lafına bir dinsel mesel ve vecize alıntısı oturtması, Cumhuriyet karşıtlığına buralardan el uzatması esastır.

Bir “asimile edilmiş Türkmen” ailenin çocuğu olarak 12 Eylül öncesi ve sonrasında yaşadıkları, verdiği mücadele detaydır. O mücadeleyi hiçe indirgeyen ve Kürt halkı için de ortak mücadeleyi kapsadığını inkardan gelenlerle olması esastır.

Örnekler artırılabilir. Görülüyor ki, Sırrı Süreyya Önder, ya esasın detayında, ya detayın esasında, hep bir sahicilik sorgusuna açıktır. Kendisine rağmen böyledir. Çünkü:

Detay, esasa tabidir siyasette. Siyaset, bir estetik yaklaşım biçimi değildir. Sırrı Süreyya, “esasen” dikkate alınmalıdır. Kendisi, bütün iyi niyeti, devrimci duygusu ve samimiyetiyle, kendisini detay kılan bir esasın içinde erimiştir...

Böyle bakılınca, benim hâlâ sempatik bulmam detaydır. Bir siyasal muarız olduğu esastır...

Belki bu yüzden, “Beynelmilel”in saf ve aşık, “gelişmeye açık” kasabalı kızı, devrimci gence “bu nasıl kitap, içi başka dışı başka” derken, farkında olmadan bir özeleştiri cümlesi yerleştirmiştir filme... O kız, sadece bir kapağı çevirerek görmüştür esası...