Çetin bir sonbahara hazır mıyız?

Bu kez iktidar kanadı, öngörülerimizi yanlışlayan bir hamle yaptı. ODTÜ’ye erken saldırdı ve beklediğimizin birkaç gün öncesine çekti sonbahar kalkışmasını! Dert değil, gördük ki “gençler şehirlere dönmüş” zaten. Görkemli bir açılışla yeni hesaplaşma döneminin siftahını yaptılar, bereketi halktan.

Yalnız, saldırının hemen öncesinde yaşananlar, övgüyü bekletip, uyarmayı öne çekmemizi gerektiriyor.

Eğer bizim sıcak direniş sonbaharımız, boş meydanda at koşturacağını sanan hükümetin son baharı olsun istiyorsak, Haziran Direnişi’nin üzerine yeni bir yörünge çizmemiz önemli.

“Gezi Ruhu” deyip durulan şeyin, direnişten, bir uzlaşma ve empatiden ibaret ders çıkarma söylemi olarak ağırlık kazanması ciddi bir sorun.
Bir ana saflaşmada, saldırganın fiili müdahaleleri ve hak hukuk tanımazlığı, yalanlarla kamuoyu imal etmesi, yıldırarak susturması gibi uygulamalarına karşı, bunlara isyandan hoşnutsuzluğa uzanan bir skalada direnenlerin bir aradalığı, kitleselliği gözetmesi elbet doğru ve kaçınılmazdı.

Ama, polisi de anlayalım ona çiçek verelimcilikle başlayan, AKP’nin Taksim Meydanı’nda gövde gösterisine karşı düzenlenen yeryüzü sofrası iftarıyla yetinmeyerek bu dinsel ritüeli sahiplenmeyle devam eden, son olarak ODTÜ’de alçakça bir örgütlenmeye, gericiliğin yayılmasına izin vermeyen devrimci gençlere “ötekileştirici” damgası vurarak, cemaat faaliyetlerine özgürlük talep eder noktaya düşen mankafa özgürlükçülük ve demokratlık, bu dönem, ölümcül olabilir.

Bu “empati” yaygaralarına, flamasızlık ve örgütsüzlük, birey merkezlilik türü çağrıların eşlik etmesi boşuna değildir.

İktidar üç-beş ağaç, liberal yardakçılar başörtüsü sanmaya ya da göstermeye devam edebilir meseleyi.

Ama bütün bir Gezi sürecindeki, bugün ODTÜ merkezli direniş ve isyan, ileriyle gerinin, diktatörlükle özgürlüğün, sermaye sistemiyle pazara düşmeyen değerlerin, savaşla barışın, hurafelerle aydınlanmanın, imanla bilimin, kullukla yurttaşlığın, biatla sorgunun, ölümle hayatın çatışmasıdır.
Bu sayılanlar, uzlaşmaz çelişki niteliğindedir. Tarih boyu karşı karşıya gelişleri, bir barış uzlaşması mümkün olmadığındandır. Birinin varlığı, diğerini yok edecektir. Ya da biri diğerini yok ederek var olabilecektir.

Bu yüzdendir ki, kötünün, gerinin, karanlığın diktası altında, bunlara karşı mücadele edenlere, o diktanın sahip ve yürütücülerine empati talebi, onları da kapsama çağrıları, bilinçli bir uşaklığın parçası olmayıp iyi niyetle yapılsa bile, hâkim olanın yanında saf tutmaktan başka anlam taşımaz. Cehenneme giden yolun döşenmesi gibi.

Hiçbir şey eşit değildir, böyle bir denklemde. Ne çatışan niteliklerin sosyal tarihsel içeriği ve yönü, ne de olanaklar.

Saldırgan, faşist, gerici bir iktidara karşı ayağa kalkanlara, o iktidarın güçlerine anlayışla yaklaşmayı, her türlü olanağı kullanarak gençleri aldatmalarına, saflarına katmalarına, ülkenin bütün kilit noktalarını ele geçirmelerine izin vermeyi öneren bir özgürlükçülük, yandaş portresine aittir artık. Aptallıktan ihanete varıştır.

Gezi ya da ODTÜ’yü ayağa kaldıran, cemaatiyle, sivil ve resmi kurumlarıyla, genetik dinsel motifler ve milliyetçilik dayanaklarıyla gerici AKP iktidarıysa, bu ayağa kalkışın ruhu, nasıl olur da onun bileşenlerini kucaklama ruhu olur?

Hayır, bu, bilinçli ihanetin ya da liberal avanaklığın, sorunların kaynağına tuz ruhu serpmesidir sadece. İki durumda da ruhları batsın!

Bu yaklaşıma prim vermemenin ve net olarak karşıya alınarak mücadele etmenin yaşamsal önemi nereden mi geliyor?

İktidarı, evet, sıcak bir sonbahar bekliyor. Suriye’ye açılan cephede savaş çığlıklarıyla, ekonomide şimdiden kendini hissettiren darboğaza girişle, merdivendeki renge müdahale etse sokağa dökülen halkla, “barış süreci”nde esen ters rüzgârlarla, sadece saldırarak ayakta durabileceğini bilmenin telaşıyla. Ama bunlar, bizi rehavete değil, daha sıkı örgütlenmeye, daha uyanık bir kavga yürütmeye itecek sebeplerdir aynı zamanda.

Bu sonbahar, bizim için de çok çetin geçecek. “Gezi günleri neydi öyle” keyfinin, ODTÜ’den başlayan süreçte pek geçerliliği kalmayacak. Haziran’ın misliyle sert bir saldırı olasılığı, iktidarın çılgınlık boyutuna varma potansiyeli içeren tek seçeneği gibi duruyor.

Bu yüzden, halk hareketinin gereksinimi, “sımsıkı bir örgüt” olmaktır bu dönemde.

Evet geniş cepheci, birleşici, ama tolere edilebirliğin sınırlarını da bilen bir örgüt. Ne derin felsefenin sonsuz sorgu alanlarının, ne AKP ve Cemaat’ten en küçük bir beklentisi olanların, ne kimlikçiliğin ve milliyetçiliğin, ne “sosyalizmin sorunları”nın, ne soyut ve içeriksiz demokrasi ve özgürlük âşıklığının, ne cumhuriyetle hesaplaşan gericiliğe ilericilik atfeden bakışın, ne “empaticiliğin”, ne “ötekileştirmeme” edebiyatının, ne “hayat bayram olsa”cılığın elini titretmesine izin vermeyecek, sımsıkı bir örgüt... Bütün bunlar üzerinden nüfuz eden, kendiliğindenliğe her teslim oluşla güçlenen liberalizme iğne ucu kadar sızma ve yaşama alanı bırakmayan, hoşgörünün sınırlarını bilen bir örgüt. Birleştikçe dönüştüren, genişleme adına dönüştürülmeyi suratında bir tebessümle karşılamayan, nemrut bir örgüt... Aklını, kaslarını, alarmda tutan bir örgüt.

Çünkü kavga, sımsıkı bir örgüte karşı verilecek.

Gericiliğe hayat hakkı tanımayan, her daim iktidara korku salan bir üniversiteyi ele geçirme planlarını bozan ODTÜ’lü gençleri, bu demokrasi mücadeleleri nedeniyle kutlayarak bitirelim... Aynı zamanda müthiş bir turnusolu gündeme soktukları, artık “pür demokrat” gevezeliğin gericilik yandaşlığı olduğunu teoriden daha iyi gösterdikleri, açığa çıkardıkları için...