Celal Şengör’den ders çıkarmak

Celal Şengör işin bokunu çıkardı, kabul. Ama ortada bir kimlik beyanı olduğunun üzerini örtmeye varırsa tepkiler, korkarım bir ders alma fırsatını kaçırma riski doğar.

Bu papyonlu maskaranın rezilce ifadeleri, hızla “zaten bu memlekette aydınlar...” cümlelerinin yaygınlaşmasına vesile olmaya başladı ki, bu, seçim sonrası aydınların “bu halk zaten...”li ilenmeleri kadar boştur, anlıktır.

Biraz soğukkanlı bakarsak, Celal Şengör’ün bu beyanı, her zaman durduğu safın altını kalınca çizmesi, yerini pekiştirmesi, “zâmirini aşikâr etmesi” gibi, bir ihtiyaca, ters yönden de olsa verdiği bir karşılıktır.

“Ben buyum!” Mideniz kalkabilir, ama tavır öğreticidir, örnek niteliğindedir. Gülmeyin!

Artık ne olduğu bellidir, neresini tutarsanız oradan çekiştiremez, şurası da var, burası da var gevelemesiyle farklı nitelikler arayamazsınız. Tanımlanma ya da kendini tanımlama, ileri bir adımdır. Kokmaz bulaşmaz tavşan boku, sinameki bir bilgi küpü değildir artık o. Bir düzen savunucu, bir sınıf neferi, bir ideoloji taşıyıcı, bir siyaset yapıcıdır. Yekten ilan etmiştir, öğürmeye yol açsa da.

Evet, bu netlik bir ihtiyaçtır bugün. Celal Şengör’lerden tiksinenlere bir ibretlik çağrıdır.

Keşke sosyal medya tepkilerine çakılıp kalmasa, Kadıköy Belediyesi’nin konuşmasını iptal etmesiyle iç soğutmaya daralmasa da, karşıtını aynı netlikte ortaya koymaya yarasa bu infial yaratan lâğım fışkırması.

Kuşkusuz, kullandığı ifadelerden, Kürt köylülerine dışkı yedirilmesini, işkenceleri, 12 Eylül faşizmini savunması ve Deniz’lerin anısına dil uzatmaya yeltenmesi kalıyor öncelikle akıllarda ve öfke buraya yöneliyor. Bunları nasıl söylersin alçak!

Ama bu yetmiyor işte. Savunulan başka bir şeydir. Milliyetçiliktir, ırkçılıktır, militarizmdir, diktatoryadır, tamam. Seçkincilikle postal yalayıcılığı, aristokrasiyle modern burjuvazi arasındaki bağları kura kura, tarihsel izleğe uyumla, gönlündeki rejimi söylemiştir, bir imparatorun mabeyinliğine taliptir bugün, tamam. Bunlar tek bir şeyin tezahürleridir ama. Kapitalizmin. Emperyalizmin. Gericiliğin. Sermaye sınıfı düzeninin. Özel mülkiyetin.

Tezahürler değişir, farklı boyutlar, biçimler alır. Celal Şengör, bir özü savunduğu için, onun bütün tezahürlerini de kabul ettiğini “cesurca” dile getirmiştir, “incelmişlerinden” ayrılmıştır. Gerisi ayrıntıdır, değişir, uyarlanır.

Sözlerinin yanlış anlaşıldığını söyler, kılıfına uydurmaya çalışırken bile, geri adım atmaksızın “ben her şeyiyle, her haliyle bu düzenin adamıyım” demiştir. Militanca, dümdüz, ikirciksiz! Onun midemizi bulandıran savunusu, bir sistem adınadır. Ayrıntı esasa tabidir.

İşte bu adanmışlığın karşı saftaki yansımasına ihtiyacımız var. O sistemin reddini aynı netlikle yegân yegân haykıran aydınlara, sanatçılara. Biliminsanı sıfatıyla böyle şeyler söylemeye kalkanları, padişah saraylarında el etek öpen “sanatçı” sıfatlıları yalnızca makalelerle, sosyal medya iletileriyle, konferanslarla lanetlemenin ötesine geçenlere.

Senin düzenini yerle bir etmeye geliyoruz diyenlerin ayak seslerine kulak kabartıyoruz.

Celal Şengör kim ki? Bunun yanıtı unvanlarla verilebilir mi, akademik çalışmalarının nesnel değerinden söz edilebilir mi? Başka bir hayatta belki. Bugün, bilime, kültüre, sanata düşman, ülkeyi karanlığa boğan bir sistemin savunucusundan ibarettir o.

Bunun karşılığı, aynı açıklıkta, aynı militanlıkta verilebilir, teorem yanlışlamalarıyla, fikir teatileriyle, aşağılamalarla değil. “Her şeyiyle savunurum” dedi ya hani, öyle işte, öyle bir “her şeyini reddediyorum” sarsılmazlığıyla, kararlılığıyla durarak.

Bu netlik yoksa, Şengör’le, “o cansiperane savunduğun düzenin şurasını yamasak, dışkıyı zorla yedirmesek mesela” pazarlığı vardır ki, kustuklarına duyulan öfkenin beş paralık değeri kalmaz o noktada.

Çürüyen sınıfın pespayeliğine karşı devrimci sınıfın aydınları.

Belki yaralıdır, belki kırıktır, belki zayıflamıştır, ama bu ülkenin dünlerden bugüne kesintisiz akıp gelen muazzam aydınlık birikimi yok edilemedi, edilemez.

Kuşaklar boyu, yakın tarihte 12 Eylül’de faşizmin çıplak zoruna büyük oranda direnen aydınlar, ideoloji ve siyaset alanında cereyan eden restorasyon döneminde aynı direnci gösterememiş olsa da, bunu biliyoruz, görüyoruz.

Eğer bu topraklarda kültürden, bilimden, sanattan söz ediliyorsa, tarih, sosyalistleri kütüğe işlediği içindir. Köklerimiz sağlamdır, mirasımız onurludur.

Şiir bizden sorulur. Şarkılar bizden, resim, mizah, heykel, tiyatro, karikatür, sinema, roman, öykü, matematik bizden. Bizden: Sosyalist dünya görüşünden, eşitlikçiliğin, özgürlüğün arayışlarından, emekçi karakterinden, aydınlanma birikiminden.

Mirasyedi kalamayız, yetinemeyiz. Olmaz. Bugün yeniden o inancı, o adanmışlığı, o karakteri, bir başka âlem için çarpan yüreği çoğaltmaya ihtiyacımız var.

Celal Şengör üzerinden, aydın kime denir tartışması da açılmış oldu, ne tuhaf! 2015 yılında, Kasım ayında, Türkiye’de!

Aydın, büyük geleceklerin düşünü diri tutandır. Umudu besleyen, direnci artırandır. Boyun eğmemekle kalmayan, ayağa kalkmaya çağırandır. Susturulamayandır aydın, caymayandır, kabuğuna çekilip hüzünler beslemeyendir. Eli böğründe, harcanmış hayat hesabına durmayandır. Alacağı olmayandır aydın. Yeni bir dünya için dövüşmeye yeteneklerini ve gövdesini amade kılandır. Aydın, bu düzenin döşediği parıltılı yolu tiksinerek reddedendir. “Ben”ini “biz”e katandır, kollektifte eriyendir, örgüttür. İyiden, doğrudan, haklıdan yana açık tavırdır. 2015 yılında, Kasım ayında, Türkiye’de, bu kadar “kaba”dır, nazeninlikten arınmıştır tanımlar...

Aydın, Celal Şengör’den çok daha açık “buradayım, ben buyum!” diyendir şimdi.

Bugün aydın ölçütü, işçi sınıfı devrimcisi olmaktır. Örgütlü gücün safına girmektir, sanatçının yarınlara bırakacağı eserin kaynağı, ilhamı.

Bunlar, bugünün Türkiyesi’nde, bir etik kanaatler münazarasından, aydınlara yol gösterici işlev yüklenmesinden çok daha öte anlam taşımaktadır.

Aydınlar, sınıf içeriğinden tümüyle koparılmış bir özgürlükçülük tanımına, düzen içi alternatiflere, kimlikçi duruşların yörüngesine, sistemin iç çelişmelerinde taraf olmaya, “otoriter statüko”ya karşı demokrasi adına gericiliğin destekçisi konumuna itildi, evet. Sınıf duruşunun, sosyalizm alternatifinin ve örgütlenme zorunluluğunun iğdiş edilmesine ya da tümüyle unutturulmasına çok çalışıldı, evet.

Bu ülkenin aydınlanma ve sosyalizm bayraklarından birinin, gericilerin alevlere attığı Aziz Nesin’in matematik dehası oğlunun, Celal Şengör’e “düşünce özgürlüğü” kapsamında yaklaşması, şaşırtıcı olmayan küçük bir örnektir. Gericiliğe askeri vesayeti gerileten demokratik unsur payesi vermesi de bir bütündür.  

Ama bu liberal gölge ne kadar büyük görünürse görünsün, gölgedir önünde sonunda. Dahası da var:

Aydınlar, sanatçılar, özgürce üretmek, niteliklerini korumak, eserleriyle insanları buluşturmak, seslerini duyurmak gibi, kimliğini, yaşamını korumanın en temel ihtiyaçlarını karşılamak için bile, bu düzeni karşısına almaya mecburdur şimdi.

Bir tercih meselesi değildir bugünkü ayrışmanın keskinliği, başka bir yolun kalmamışlığıdır.

Düzenin seçenekleri ya Celal Şengör olmaktır, ya sanatın eğlence sektörüne dönüşümüne,  pespayeleşmeye diz çöküştür, ya sermaye iktidarının, gerici ideolojinin propagandistliğidir. Karanlık ve ucuzluktur.

Cumhuriyet tarihinin en vandal kültürel yıkımının yaşandığı günlerde, “ben kendi işime bakarım” seçeneği de iptal edilmiştir.

Toplumun kültürel yozlaşmasına, gerici ideolojinin zerkine, piyasanın masa belirleyiciliğine bağlı olarak imal edilen bir toplumun, sanatla, kültürle olan bütün “hayat damarları” koparılmış, cehalete mahkûm edilmiş bir sosyal yapıda, nitelik, giderek azalan bir niceliğin sınırlarına kıstırılmıştır.

“Ya bizimsin, ya hiçsin” diyen düzene hak ettiği yanıtı veremeyenler için, “aydın nedir, sanatçı kime denir” sorusunun akademik karşılığını aramanın anlamı yoktur.

Her şey zıddıyla vardır. Bu boğucu atmosferde, bu kapkara cenderede, umut ve iyimserlik her zamankinden daha güçlüdür.

Aydınların, sanatçıların soluk alabilmesi, özgürlüğü, yaratıcı niteliği, kalitesi ve  özsaygısı için duyduğu ihtiyaçla, emekçi sınıf iktidarının yolları ilk kez bu kadar açık olarak kesişmiştir. Bilimin, sanatın, kültürün piyasanın ve gericiliğin tahakkümünden kurtularak serpilmesi, emekçilerin iktidar kavgasına ilk kez bu kadar bağlıdır.

“Fedakârlık” söylemi, “başkaları için” apoleti, alacak talebiyle, halka hesap pusulası çıkarmayla değersizleşir. Aydın kimliği, sanatçı duruşu filan da demeyelim. Yaşamak, sadece özgürce üreterek yaşamak için, bu düzenin çarkı kırılmalıdır.

Bu çarkı kıracak biricik güç de bellidir, ideoloji de.

Celal Şengör, arkasına aldığı düzen denilen bir koca örgütün seviyesini ve vizyonunu gösterdi bize.

Buna aydınlar, sanatçılar kuşkusuz sert bir yanıt verecektir. İşçi sınıfıyla, sınıfın partisiyle, aydınlık ve sanat, kendisini de bu kokuşmuş düzenden kurtaracaktır.