Biz kusura bakmayız

Asaf Güven Aksel'in “Biz kusura bakmayız” başlıklı yazısı 24 Mart 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Edebiyat, argodaki karşılığıyla edebiyat mı? Gündelik insan manzaraları üzerinden toplum analizli siyasal göndermeler mi? Çağrıştırmaların kavramada kolaylaştırıcılığını gözeten denemeler mi? Katmanlar üzerine kafa yorarak, matbu hale gelmiş sözlerin farklı “hisse”ler içermesini gözetmek mi?

Bazen öyle uzak kalmış ve yorucu, yararsız gelir ki bunlar...

Bazen. Doğru değildir bu sorgu ve çıktıları, bilirsiniz. Ama bazen... İşte o bazenlerdeyiz şimdi.

Beklenmeyen, bilinmeyen hiçbir şey olmadı bu 21 Mart’ta. Yakın dönem gidişatın analizi, farkındalığı açısıyla sınırlı da değil.

1980’lerin ikinci yarısından 1990’ların başına kadar üretilen, dalgalanmalara, zikzaklara sahne olan, yenilenen, uyarlanan, zenginleştirilen, cayılan bütün yönleriyle, Pentagon’un bölgeye “üç İsrail” konuşlandırma stratejisine uygun bir “yeni Ortadoğu” şekillendirmesinde, puzzle, bir manzaraya dönüşmektedir sadece. Parçalar yerlerini almaktadır.

Ama bunların sıkça dile getirilmesi, uyarılarda bulunulması, yaşananların sosyal ve siyasal izdüşümleriyle taşıdığı açı farkı nedeniyle, “olmayana matuf kötü senaryo” konumundan çıkıp ete kemiğe bürünmesine, bir farklı güç ve alternatif olmasına yetmedi.

Teori ve analiz yetiremiyorsa, hayat yetirir hükmünü. Kavranması biraz daha zaman alırsa da...

Bir bayram havasına limon sıkmak, sevimsizliği göze almak ve ayrıksı kalmak, zordur, meşakkatlidir. Akıntıya karşı durmak, çetin iştir. Yalnızca komünistler bu mihneti sırtlarlar, vesselam.

Bir açıdan bakıldığında da, bir puzzle’ın belirginleşmiş bir manzaraya dönüşüm süreci hayırlıdır. Toz duman dağılır. Netleşmenin saflaşmaya berraklık kazandırdığı demdir böyle dönemler. Manzara ne olursa olsun, belki meşakkat oranı yükselir ama, hiç değilse dert ayan beyan hale gelir. Bir musibet, bin nasihatten evladır derler. Teori yetmezse hayat yetirirle denktir.

21 Mart’ta, kelimenin farklı anlamlarıyla bayram havası yaşanırken, hayat öğretmeye de başladı nitekim. Silahların susmasına bizden çok kim sevinir, Kürt halkının coşkusuna bizden çok kim katılır.

Buradan, “kazanan / kaybeden” hesaplarına verdikleri yanıtlara ve meşreplerine göre siyaset üretenler, puzzle’daki yerlerine oturtulmakla yetinebilir. Komünistler o manzaraya, büyük resme bakmakla yükümlüdür, ne çare.

Demirtaş, “siyaset çıkar hesabıdır” demiş. Türk, “sosyalistler kusurumuza bakmasın”...

Sosyalistlerin kusura bakmaması gereken çıkar hesabı ne ola ki dediğinizde, düğüne kasımpatı göndermiş olursunuz, bir nifaksınızdır, bir huysuz.

Çare yok, öylesinizdir. Küpeşteden kaldırıp atmamışsınızdır emperyalizm denilen olguyu. Vardır çünkü, görmezden gelememişsinizdir. Ülkeleri, sınırları, bayrakları bile bir temel kriteriniz olmadan, ifade ettikleri anlamları sınıf mihengine vurmadan alamamışsınızdır lügatinize. Sınıf vardır çünkü, odur derdiyle yandığınız.

Ne şu, ne bu, hiçbir kimlik, hiçbir kültürel şekillenme, her birinde emekçi sınıfın önüne geçememiştir, zordur bu rotayı tutturmak. Sınıf dediniz mi, karşı sınıf da dersiniz. Emekçi varsa, sermaye de vardır, bilirsiniz.

Sonra puzzle bir manzaraya dönüşür ağır ağır, belirgin renkleri seçersiniz, temel parçaları. Sermaye alır yerini. İslamiyet bayrağından bir fon. Emperyalizm köşebentleri çekmiştir. Efektler verilmiş ulus izleri.

Bakar ve eksikleri saptarsınız. Bakar ve onlar puzzle’a girerse manzara dağılır, anlarsınız. Bakar ve uyumsuzluğu görürsünüz, başka bir puzzle’ın parçalarıyla bir arada olduğunuzu.

Daha dur, derler, önce bu bitsin, sonra yeniden karılır parçalar, değişir elbet. Şimdilik bu sükun ve huzur manzarasını seyre dal.

Eski metinler çıkagelir ve “kapitalizmin yükselen şafağı” değil vakit, “emperyalizm ve proleter devrimler çağı” dökülür ağzınızdan. O zaman bir ferahlıktır içinizi kaplayan.

Biz kusura bakmayız. Anlarız çıkarları, uzlaşmaları. Kusura bakmaması gerekenler, farklı şeyler umanlardır ki, onların hiçbir “kusur”a baktığı zaten görülmemiştir... Biz işimize bakmayı sürdürürüz, toz duman biraz daha dağılırken...

Edebiyat, argodaki kelime karşılığıyla edebiyat, sadece bizim ağzımızda mı yararsızdır bazen? Hayır. Toz duman dağılırken, başkalarının zaafı, bizim gücümüz halini alır, argodaki anlamından kurtulduğunu görmenin keyfidir bize bayramdan düşen pay. Boş sözler bitmiştir, çıplak bir kavga orta yerde dikilmiştir...

İşçi sınıfının partisi, uzlaşmaların kusuruna bakmaz, bilinene pastadan çıkan sürpriz muamelesi yapmaz, şaşırmaz. Bir başka bayram halayına “haydi!” der yine, toz duman biraz daha dağılırken, açık seçik bir manzara tamamlanırken...

Sosyalizm halayı, halkların sınıflarına halaybaşılık kavgası, bu dem, edebiyat değildir...

“Her gerçeğin fiyakası önce gelir” demiş şair. Öyledir. “Yepyeni, umut veren bir dönem” söylemi, bu dizeye karşılıktır. Bu “dönem”in fiyakası süredursun, gerçeğine denk düşen, daha zorlu bir mücadeledir şimdi. Kolay gelsin yoldaşlar...