Bir sokaktan geçerken...

Asaf Güven Aksel'in “Bir sokaktan geçerken...” başlıklı yazısı 24 Şubat 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Sıkı bir Galatasaraylı olarak yazdığı, Fenerbahçe’nin antiemperyalist mücadeledeki yerini anlatan “Siyah Çoraplılar” oyununun girişinde –ona sorarsanız, bu tarihi yazacak kalem çıkmazdı Fenerbahçe’den, iş ona düşmüştü– Coşkun Irmak demişti ki: Futbol sahamıza apartman dikildiği zaman anladım, bir vatan kaybetmenin ne demek olduğunu...

Burnumuzu annemizin sildiği zamanlardan başlar, bugüne kesintisiz gelir bizim dostluğumuz. Biz derken, sadece Coşkun’u ve beni kastetmiyorum. O hayatlarının geçtiği top sahalarına apartman dikilince vatan kaybetmenin sızısını içinde hissedenlerin, bütün bir Şakacı Sokak’ta büyümüş çocukların dostluğu yayılmıştır bunca zamana.

Şimdilerde, Coşkun’un anlatımından, televizyon izleyicilerinin kulağına adı çarptığından, belki de kurgusal sanılan bir sokak, kurgusal sanılan karakterler değildir söz konusu olan. Gerçektir. Bizim gibi...

Hâlâ orada, o eski, aile olduğumuz zamanlardaki evimizde yaşayan ablama giderken geçenlerde, bizim bulunduğumuz eski çıkmaza, şimdi Kozzy AVM geçişi olan yere sapmadan hemen önce, her zamanki alışkanlığımla kafamı Hasbi Amca’ların oturduğu apartmana çevirdim. Belki balkondan arkadaşım olan oğlu Sedat seslenirdi, iki laf ederdik, gel bir çay iç öyle geç derdi...

Yoktu o giriş dahil dört katlı apartman yerinde. Taş, toprak, demir, moloz yığınıydı eksik diş gibi bir yokluğu dolduran.

Yerine kim bilir kaç katlı, modern, otoparklı, “hatta kaloriferli” bir bina dikilecekti. Muhtemelen Sedat da memnundu konfora kavuşacağı için...

Bu kadar sıradan ve her gün karşılaşılan, önüne de geçilemez bir manzara değildi de beni vuran, taa nereye itilmiş kalmışsa aklımın ucundan geçmeyen bir anının, o an yerinden fırlamasıydı.

O molozların altında kalmış bodrum katından bir anı. Nicedir aramızda olmayan Hasbi Amca’yı, daha o günlerde kendi elimizle yitirmemize yol açabilecek, anlatılması suç, bir avuç eylemci çocuğun anısı...

Artık öyle çocuklar olmayacak, artık o yaştaki anıları bugün suç teşkil edecek hayatlar olmayacak ve artık biz, bir araya geldiğimizde, “bak, işte tam şurada oldu” diye o günden kalma bir yeri işaret edemeyeceğiz. O gün umulmadık soğukkanlılığımızla övündüren, biraz zaman geçince kendimize inanamadığımız, daha sonra da geç kalmış korkuyla dehşete kapıldığımız, az daha yaşlanınca neşeli bir anlatıya dönüştürdüğümüz maceranın mekanı, daha dolaylı anlatılacak. Bakın, diyeceğiz, şimdi eskiden burası şöyleydi, şurada da şu vardı...

Artık daha dolaylı anlatılacak. Albay Aurelino Buendia, “nah şu” diye işaret edemez olmuştu ya, dil karmaşıklaşmıştı, işaretparmağı çaresiz kalmıştı ya, onun gibi...

Biz o bodruma girdiğimizde, “çiçeği burnunda”ydı bizle beraber her şey. Elle tutulur, gözle görülür, işaret edilir haldeydi.

Futbol sahamızın, Hasbi Amca’nın evinin bir yıkımdan ve yeniden inşadan pay alması, alegorik filan da değil, doğrudan bir ülke ve toplum görüngüsüdür nicedir. Biz yaşayanlar, henüz sahamız ve binanın bodrumu yerinde dururken, belleğimiz ve zihnimiz açıkken, görece işimizi kolaylaştıran “nah şu!” diyebilme şansını yitiriyoruz günden güne.

Ve işaret edebilirliğimiz azaldıkça apaçık olana, “kan kadar karmaşıklaştı”kça olan bitenler, çok daha dolaylı yollara itiliyoruz.

Evet, siyasetten bahsediyorum, ayrışmalardan, saflaşmalardan, altüst oluşların anlamlarından. O evin bodrumundayken de, moloz yığını haline bakarken de.

Biz Şakacı Sokak’ta çelik çomakla çatarken siyaseti, şimdi o yaşlarımızı sürenlere “bak şurası var ya” diyememenin kekreliğine yuvarlanmak ihtimali ne kadar uzaktı, ne kadar uzak...

Bir futbol sahasını kaybetmekle vatan kaybetmenin hüznünü bilince çıkaran çocuklardık, sokağımızın adına nazire yaparcasına.

Antiemperyalizmle, yurtseverlikle milliyetçiliğin birbirine sokulamadığı, gericiliğe boyun eğmekle özgürlükçülüğün bir arada anılamadığı, gücün planlarını kabullenmenin barış ortamı diye yutturulamadığı, yalan ve iftiranın komünistlerin üzerine toz olup konamadığı, millet ve sınıf söyleminin iki ayrı cepheye ait olduğunun karartılamadığı günlerdeydi bizim sarsılmaz dostluklar kuruşumuz, safımızı seçişimiz, bir kukalı saklambaç esnasında...

Yerli yerinde net bir bina dururken, o binayı oluşturan her şeyin bir yıkıntıda karıştığı günlerin hüznü, o kadar, o kadar uzaktı ki...

Bir sabun fabrikasında çalışırdı Hasbi Amca... Biz...