Baretleri isli bir Haziran'a doğru

Diyordu ya Turgut Uyar, “ah işte her şey orada”, öyle, ah bakın, işte her şey orada, Soma’da.

Sırmaları, apoletleri olmayan omuzları, göçen bir maden direğinin altındaki omuzları sevmek için her şey.

“Bir gün” kaydı düşmüştü ya Turgut Uyar, “ben severim omuzlarımı bir gün...” demişti ya, o gün geldi çattı belki de.

Omuzlarını savaşta bir başka omuzun yanı başında sevmeyi öğrenenler, şimdi buna işçi ölümlerinin eklenmesiyle, kuşkusuz tarifsiz bir acının ötesinde bir kenetlenmeyle, daha bir sevecekler...

Neden sırma, apolet? Neden göçen maden direği? Neden bir gün?

Yukarıdakiler, aşağıdakiler ve bir gün. Mevki, göçük ve bir gün. Düzen, ölüm ve bir gün... İki sınıf ve bir gün.

Bütün bildiklerinizi unutun ve sadece, zihninize yansıyan yüz ifadelerine bakın. O iki ayrı dünyayı ayıran omuzların biraz üzerine, çehrelere. Unutun her şeyi, sadece bakın. Kaçırılan gözlere bakın, sessizce dalmış gözlere bakın. İki sınıf var oradaki bakışlarda.

İşin sırma ve apolet kısmını, sergilenen vahşeti, kural tanımazlığı, seviyesizliği, yalancılığı, halktan nefreti, şiddeti hiç saymayalım. Her şey orada işte!

Ortada!

Öbür yana bakınca, sakın bir iç acısı, iki damla yaş kalmasın geriye, önce kendisini değil eşi hamile arkadaşını kurtarmalarını isteyen işçiden, arkadaşlarını kurtarırken canını veren işçiden... Sakın önce kahramanınız olan, sonra umreyle avutulan, çizmeleriyle sedyeyi kirletmekten çekinen mahçup onura kızmayın. Sakın bir “büyük insanlık” anısı kalmasın sadece. Sakın ağlamayın. Anlayın.

Anlayın, neden sırma, neden göçen maden direği, neden bir gün...

Kömür karası güzellemeli edebiyat yok orada. Çaresizliklerine isyan yok. Orada, kurtarılması gereken iyi insanlar yok.

Orada, hepimizi kurtaracak olan sınıf var.

Baktığınızda gördüğünüz, sıra sıra kazılmış mezarlara yan yana uzatılacak cesetler değildir yalnızca. Orada, onları öldüren sistemin mezarını kazacak olanlar yatıyor.

Artık, üfürükleri hacıların, hocaların, artık tevekküller, inanç sistemleri teskin edemez.

Modernlik ve muhafazakârlık, secde ve özgürlük, iman ve akıl, tevekkül ve isyan, sınıflar karşı karşıya geldiğinde, empati kavramını aşar. Sınıflar, üzerlerine doğrultulmuş namluya çiçek takamaz. Sükunet, itidal, normalleşme çağrısı duyulmaz.

“Artık yeter” dedikleri anda, başkaları için, zavallılar adına, kurtulmalarını isteyen vicdanla değil, kendi hayat memat meseleleri için kalkarlar ayağa çünkü. “Yaşam tarzı”, bambaşka bir anlam taşır karbonmonoksitli atmosferde.

Ağırdırlar biraz. İdeolojik hegemonyadan, iktidar bürokratlarına dönüşmüş sendika ağalarından, zincirinden başka kaybedecek şeyleri de olabileceği yanılsamasından, peygamberlerin kucak kucak indirdiği sabırdan, başını sokacak bir dam, oğlunun sünneti, kızının düğünü borcundan, ağır sıyrılırlar belki. Öfkelendirecek kadar.

Kavgaya girdiklerinde, artık yapacakları başka bir şey, gidecekleri bir yer, çekilebilecekleri bir kuytuluk, sığınabilecekleri bir liman yoktur.

Tansiyonlarının düştüğü bir noktada, bir başka hayat kurabilecekleri olasılığı yoktur.

O yüzden, tarihi değiştirmenin gerçek öznesi denir onlara.

Ve biz omuzlarımızı onların safında severiz, sırmaları, apoletleri olmasa da...

Şimdi, gaz kapsülünden, çelik bilyeden koruyan baretlerinde, yüzlerce ölünün elinden, yüzünden bulaşanlarla yayılan bir kömür isinin de iziyle çıkacak sokağa Haziran.

Hayır, sınıfın sahne alması günleri değil daha, biliyoruz. Ama, Haziran sokağının çapulcuları, halkı, emekçilerin isinin baretlere bulaşması nedir görecek,
anlayacak. Omuzların sevilmesini boyutlandıran “bir gün”den geçtiğimiz fark edilecek.

“Ey inananlar” retoriği, bütün inançlarıyla bir çelişmenin kutbu olarak tevekküle sevk edemeyecektir emeği. Karşılarında, kendisine bir illüzyon yaratmak için kullandığı bütün örtüleri yırtılıp atılmış sermayenin dikildiğini, kim bilir kaçıncı kez, ama çok sert ve çıplak bir şamarla görüyor işçi.

“Size dağıtıp oy topladığımız kömürü, zenginler mi çıkaracaktı yani” kadar açık sözlüdür sermaye sınıfı şimdi, bunun sonuna istediği kadar “Yasin” eklesin, fıtratını gizleyemez artık.

İşçi sınıfı ve kapitalizmin karşı karşıya gelişi, canın kârla ölçümü, bir maliyet kaleminden ibaretliğini anlamaları ve “tatlı bir ölüm”den silkinişi insanların, başka şeye benzemez.

AKP’nin, Erdoğan’ın kendini kaybettirecek öfkesi, “acı bir son”un provasını görmüş olmaktandır. Kaçacak yer bulamayacağını, soyuttan somuta taşıyan bir prova.

Evet, bu Haziran, omuzlarımızı daha bir seveceğiz. Sırmalılar, apoletliler de bunu bilir, Turgut Uyar okumasalar da...

* * *

Ve bir çift laf da, CHP başta olmak üzere, Meclis’teki muhalefet partilerine.

Bir yıldır söylüyoruz, tekrarlıyoruz. O çatı altında kaldığınız her gün, suçtaki ortaklık payınızı büyütüyorsunuz. Hesap kitapla el kavuşturuyorsunuz.

Halka, “Soma için soruşturma önergesi”ni sallayıp durmayın. Vicdanınızı rahatlatmaya, kanaat notu toplamaya çalışmayın. İşte bu sefer oylar bize gelecek beklentisiyle maskaralığı örtmeyin.

Hangi kötülüğü engelleyebildiniz? Neyi durdurabildiniz? O vekili olduğunuzu söylediğiniz insanlar, faşist bir diktatörlüğün cenderesinde ölüyor, boğuluyor. Ve siz, bu eşine ender rastlanır hukuksuzluğun, zorbalığın, kendisine “parlamenter demokrasi” süsü takmakta kullandığı klips gibisiniz.

“Gayrimeşru” dediğiniz bir gösteri alanına, figuranlıkla meşruiyet kazandırmaktan vazgeçin.

“Biz olmazsak, onlar kendi başına...” Unutun bu safsatayı, kullanmayın. Kendi başlarına gibi yapamadıkları ne var?

Anayasayı değiştirecek çoğunluğu mu engelliyorsunuz, diktatörün Çankaya’ya çıkışını mı?

Boşaltın Meclis’i. O işlevsiz, ceylan derisi koltuklardan kaldırın ardınızı. Vekili olduğunuz halk, sokakta. Vicdanınız, insanlığınız, bir nebze gerçekliğiniz varsa, temsilen değil, külliyen gelin oraya.

Meclis’te yapayalnız kalmış bir soyguncu, katil sürüsü, oyunu bozmak korkunuzu gizlemek istediğiniz için söylediğiniz gibi güçlenmez, gayrimeşruluğu tescil edilir. Demokrasicilik oynamaya devam edemez bu çete.

Gösterin hele, siz meşru musunuz halkı temsilde? Yoksa, sistemin, o yıkılası düzeninizin meşruluğunu korumak, bir deli halk düşmanının eline kalmış sermayenin “müesses nizam”ını zedelememek derdinde misiniz? Bu mu kader ortağı yapıyor sizi?

Bunun yanıtını biliyoruz. Ama sizi Meclis’i boşaltmaya davette ısrarlı olacağız. Hazır örtüler yırtılıp atılmaya başlanmışken, “aşikâr edin bakalım zâmirinizi”...