Bağımsızlık gülü

Asaf Güven Aksel'in “Bağımsızlık gülü” başlıklı yazısı 17 Mart 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Çivrilli Osman Gürkan gibi öğretmenler varmış o yıllarda. Şimdi de var. Köy Enstitüleri’nin en ücra köşelerde okulları varmış o yıllarda. Şimdi yok. Anasız babasız kalmış, akraba yanına sığınmış, yardıma muhtaç çocuklar varmış o yıllarda. Şimdi de var. O öğretmen, o çocukları, bütün yurdu gezip toplarmış, eğitimini üstlenirmiş benzerleri gibi, o enstitülerin var oluş sebebi parasız yatılılarda. Şimdi yok.

Şefik Sınığ’mış o çocuklardan biri. Okuması sağlanmış, öğretmen olmuş, yoksul köy çocuklarının içindeki Şefik’leri yetiştirmeye adamış kendini, borcunu ödemek istemiş. Henüz 24 yaşındaymış, arkadaşlarıyla futbol oynuyormuş. Top patlamış.

Eskiyeni, bozulanı, patlayanı kaldır at, yenisini alıver yokmuş o yıllarda. Şimdi var. Onarmak, en uzun süre kullanımını sağlamak, yamadan dikişten utanmamak varmış o yıllarda, bu, insan eğitiminin de bir parçasıymış. Şimdi yok.

Bu kadar basit başlamış bir şiirin kuruluşu. Arkadaşlarıyla top oynuyormuş Şefik öğretmen, top patlamış, almışlar okula götürmüşler onarmak üzere. Bu kadar basit başlamış bir acı olay. Onlar topu onarırken, okulun ara duvarı çökmüş. Şefik öğretmen altında kalmış, omuriliği ezilmiş. Çaresiz kalmışlar o yıllarda, umut tükenince, hastane odasına değil, okuluna götürmüşler, yattığı yere.

Derler ki, “bana çiçek getirin, dünyanın bütün çiçeklerini buraya getirin...” olmuş son sözleri. Çiçekler ve köy çocukları, yoksul öğrencileri... “Kaya diplerinde açmış çiğdemlere” benzeyen öğrencilerini istemiş yanına, son bir ders, son bir şarkı için...

Bu sahne aktarıldığında, Ceyhun Atuf Kansu işte o bilinen şiiri yazmış. “Dünyanın Bütün Çiçekleri” şiirini.

O yıllarda, ölen bir idealist öğretmen, şairlere konu olurmuş. Şimdi yok.

Bugün Kansu’nun ölümünün 35’inci yılı olduğu için başlanmıştı bu yazıya, bir şiirinin kahramanı ön plana çıktı.

Bugün bu şiiri “soğukkanlı” bakarak değerlendirebilecek yetkinlikte, gelişkinlikte aydınlarımız, şairlerimiz. İmgeye, tekniğe, soyutlamaya, beğeni düzeyine uygun bir yükselişle açıyor mesafeyi toprakla.

Bu şiir, bir dönem aktarımıysa, bir öğretmen üzerinden, paralel bir toplumsal gelişimin de gözlenmesi mümkündür şimdi. Parasız yatılı okunan, patlayan topun onarılması zaruretinin doğduğu, okul duvarının çöktüğü, hastaneye geç gidilebildiği, ezilmiş bir omurilik karşısında çaresiz kalındığı yıllara, bugünün metropollerinden bakıldığı için, sokaklarda şarkı gazetesi satanların manilerindeki gibi boş bir ağıttır artık. Hatta o kahrolası Cumhuriyet’in “aydınlanmış köy” ütopyasının, “sosyal devlet” zırvasının, dahası sermayenin kendisine bilinçli kadrolar devşirmesinin, 24 yaşında bir gence ödettiği bedeldir bu, mesafesine de çıkılabilir, en estetik haliyle...

Biz bugün Ceyhun Atuf Kansu yazmak istedik, karşımıza Şefik Sınığ çıktı. Öğrencilerini çeşit çeşit, ülkenin her yöresinden çiçeklere benzeten bir öğretmen. Bir şairle bir öğretmen, bir şiirde buluştu. Şimdi yok.

Yok, çünkü, o çiçeklerden bir gül yerde duruyor, solgun, kurumuş. Bugün yok o gülü yerden kaldırmak şairin gündeminde ki, yoksul köy çocuklarının öğretmenine ağıt da olsun.

O gülün dokunduğu Nazilli fabrikası, pamuğumuz, emeğimiz, o bizim sadeliğimiz, vakarımız, basmamız yok. Bir topçu neferinin, Sakaryalı yaz toprağında yok yere yattığı var şiirlerde şimdi.

Uzak Teksas’lı çobanların hoyrat ellerindeyken, o çileli, o halkın suladığı, o yediveren gülü, yok onu çekip almak isteyen, uğruna can veren şiir...
İmgeler var, estetik incelme, ölçü, biçi, kurgu, hiç tartışmasız çok daha yetkin bir noktada şiir. Şimdi var.

Karamela manileri, ceberrut Cumhuriyet güzellemeleri, defolun! Kimmiş ki Ceyhun Atuf!

Bir şiirdi önce, akla geldiğinde karşımıza çıkan, bir başka şiir, onun açılımını veren. Uğruna ölünecek şeyler vardı o yıllarda, şiirde. Şimdi yok.

Bir köy vardı, o köyün çocukları. Bir gül vardı, o gülün ülkesi. Onlar için şiirler yazan şairler vardı... Müzisyenler vardı, o şiirleri besteleyen, söyleyen.
Yine var. “Çocukları, öğrencilerimi istiyorum. / Yalnız ve çileli hayatımın çiçeklerini, / Köy okullarında açan, gizli ve sessiz, / O bakımsız, ama kokusu eşsiz çiçek. / Kimse bilmeyecek, seni beni kimse bilmeyecek, / Seni beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek.” Yalnızlık mıdır örten, sesini duyurmayan bilinmez. Ama yine var. Bilenler olacak. Yalnız bırakmayanlar olacak.

Şairanelikte geliştiğimiz günlerde, bir köy çocuğu, kendisi gibi bir çiçeği, bir gülü alacak yerden, kaldıracak.

Yerden alıp o gülü. Hangi gülü? O gülü. Bu kez kopartılamayacağı yere, kendi bahçesine dikmek üzere.

O zaman bir öğretmenin üstü kaplanacak belki dünyanın bütün çiçekleriyle. O zaman belki, tekniğini, estetiğini, siyasetini münazara konusu edebileceğiz Kansu’nun. Ama şimdi, bir şiir verin ki, yerden alıp o gülü... Hangi gülü? O gülü...