Aydınlanmış halk olarak Aziz Nesin

Diyor ki Aziz Nesin, “işçi sınıfımızın hedefine bir adım daha ilerlemesine bir basamak olur diye tüm yaşamımı önlerine serdim, yüreğimi ortaya koydum”.

Diyor ki Aziz Nesin, “öykülerimi, kimileyin sanatımın da aleyhine olarak, ama bilinçle, gereğinden de çok açık ve açıklamalı yazarım ki, her sınıftan, her sınıfın her kesiminden, her katmandan insanı, aydınları olduğu denli, az okur-yazarları da etkilesin”.

Diyor ki Aziz Nesin, “ben bugünkü yerimi –ki halkımın gönlündedir ve en yüce yerdir- bugünkü adımı ve konumumu, işçi sınıfımızın ve halkımızın hizmetinde, hiçbir çıkar ummadan, hiçbir ödün vermeden –hatta halka bile ödün vermeden-, yazdıklarımın zaman içinde doğrulanması gibi en gerçek sınavlarla geçmiş, namuslu bir savaşın sonunda, hem de söke söke kazandım ve hep bu yolda yürüyüp tükeneceğim”.

Bunları demesine gerek de yoktu, ardında bıraktığı muazzam külliyatın, bütün bir yaşam öyküsünün özetini, onu tanıyan herkes yapabilirdi.

Aziz Nesin’de halk ve halkta Aziz Nesin konusu, belki de, edebiyat, aydın sorunsalı, sanatın işlevi gibi yığınla dolayım kapsamında ele alınması en kolay, bir makale teması yapmak içinse en zor şey. Akademik değil ki. Belki ciltlerle kitap yazarak anlatılabilir, ama sokağa çıksanız, bir kahveye otursanız, ücra bir köy evinde üç-beş kitap görseniz, sistemle her türlü temasınızda, işkence de olabilir, bir dilekçe vermek de, orada mutlaka o varsa, malumun ilamıdır bu. Ya da, bir mucizeyi anlama ve izini sürme çabasıdır olsa olsa.

“Bizim babamızın evinde iskemle yoktu. Yerlerde, minderlerde otururduk. İşte bu yüzden, bu alışkanlıkla, küçük bir sandalye üzerinde bağdaş kurarak çalışırım. Bir şeyle ayıp olurcasına övünürüm. Ben çocukluğumdan beri çalışırım ve bunu ciddiye alırım. Eğlenceyi, dalga geçmeyi, meyhaneleri, bohem hayatını inkâr ediyorum.”

Görüyorsunuz, size söz bırakmadan, alenen veriyor sırrını Aziz Nesin.

Arif Damar’ın bir şiiri vardır, orada halktan yana aydın ile aydınlanmış halk arasındaki ayrıma dikkat çeker. Aziz Nesin, yaşadığı aydınlanmayı bir parçası olduğu insanlara yaymak için didinmiştir, ta içlerinden de değil, ta kendisi olarak.

Bir şiirinde de, Aziz Nesin’le ayaküstü bir sohbetini aktarır. Ekmek parası derdinin üretmelerini etkilemelerinden laflarken, gözüne bakar Aziz Nesin’in. “Kedi gözlerinin sanki / İnatçı pırıltısı / Geçti gözbebeklerinden / Direnen o umudu / Caydırılmaz usu gördüm”...

Bu beyanları, dizeleri toplayın, Aziz Nesin portresi karşınızda işte. Aydınlanmış bir halk çocuğu. İçinden geldiği insanlara duyduğu borçu ödemek için durmaksızın emek vermek. Direnen umut. Caydırılmaz us. Kedi gözleri! İşçi sınıfına kendisini adamak. Emekçilerin dünyası için yüreğini ortaya koymak. Korkusuzluk, ödünsüzlük. Sanatının aleyhine bile olsa, anlaşılmayı hedeflemek. Mizahın işlevini bilerek seçmek.

Bu nitelikleriyle çok okundu, okumayanlara okuyanlar söyledi, öyle bilinir oldu ki, adı deyimlere geçti. Ama, burada bir nokta var...

“Laz fıkrası gibi”nin yaygınlığıyla, “tam Aziz Nesin’lik” bilinirliği arasında fark var. Aziz Nesin’in mizahını, fıkralardan ayıran bir şey var. En sıradan insanın, bir memurun, bir köylünün, bir kiracının başından geçen “gülünç” olayın ardındaki perdeyi yırtmaktır bu. İnsanın tuhaflığını, başına gelenin ilginçliğini anlatmakla yetinmemektir.

Her öyküde, kırıntısına varana kadar, sistemin ve sistemin ürettiği insanın, olayın geçtiği yer ve koşulla bağlantısını kurabilme perspektifidir söz konusu olan. Güldürürken düşündürme denir ya hani biteviye, bunu Aziz Nesin’de sorgulama tutamakları olarak anlayabiliriz.

“Basbayağı bir Kadri”, köyün zenginine damat olarak pazarlanması için futbolcu kılığına sokulduğunda, her topu ıskalayıp kıç üstü düşüşüne gülerken, kendinizi, insanlara bu yola tevessül etmeyi dayatan bütün bir kapitalizmle yüzleşirken bulursunuz.

İşte bu nokta, bir aydınla, onu çok seven, çok okuyan, kendinden bir parça gören halk arasındaki kırılma sebebidir de. Güldükleri kendi öykülerinin sistem sorgusunu içerdiğini görmek ve gereğini yerine getirmek, zordan ideolojiye kuşatma altında ömür geçiren bir toplum için bugünden yarına kolay değildir.

Buna zaman zaman öfkelendiğini görürüz Aziz Nesin’in. Gülmeyin! Uyanın! Saman alevidir. İnsan kendine ne kadar kızabilir ki?

Ama örneğin dinci gericiliğin yükselişine, ülkeyi sarışına karşı sürekli uyardığı “aydın”lara öfkesi kalıcıdır. Onlara “uyanın!” demiştir, alev alev. Kendisini yapayalnız bırakanlara, sistemin kötülükleriyle uzlaşanlara, “silkelenin” demiştir. Kendisi için!

Kolay değildir yapmak istediği ve sadece onunla olmaz. Çoğalmayı istemiştir. Bir aydın olarak değil, halk olarak çağırmıştır aydınları safına. Halkı anlar çünkü, bütün hücrelerine kadar kendisidir, dışarıdan baktığı bir analiz nesnesi değil. Bu yüzden, “halka bile ödün vermemek”, “halk dalkavukluğu yapmamak”, bazen onları sert sarsmak, sorumluluğudur, görevidir. Kendine karşı!

Bugün, Aziz Nesin’in yanına “halk” kelimesini ekleyerek bir tarama yapsanız, elde edeceğiniz ağırlıklı sonucun, bu yazarın halk için “yüzde 60’ı aptal” dediği olması ne tuhaftır değil mi?

Bu söz üzerine açılan davalar sırasında, “iyi hoş da, ya beraat edersem, bu, aptallığın mahkeme kararıyla tescili olmayacak mı” demesi ve kaybetmeyi dilemesi ne tuhaftır.

Yargıtay kararında, “hakarete uğrayan yüzde 60’ın ve geriye kalan yüzde 40’lık dilimin içine kimlerin dahil edildiği belirsiz olduğu için, hakaret suçu oluşmamıştır” denilmesi, anonimleşmiş bir aptallığın kabul edilebilirliği olarak ne tuhaftır.

Diyelim ki Aziz Nesin, dilinin varmadığı yüzdeyi, yani 12 Eylül Anayasası’na “evet” diyen yüzde 92’yi telaffuz etseydi de, yüzde 8 belirsizliği aynı sonucu doğuracaktı.

Ama burada Aziz Nesin farkını, halkla ilişkisini bir aydın sorgusuyla görelim.

O, “bir anne, geri zekâlı çocuğunun üzerine nasıl titrer, ona nasıl hayatını adar, ben de öyleyim” demişti.

Oysa, ne zaman bir oy sayımı yapılsa, ne zaman isyan kabarmasa, Aziz Nesin’in sözünün, Aziz Nesin’in karşıtlığına dönüştüğünü görürüz. Zaten usta da söylemişti derler. Ya artık uğraşmaya değmezdir bu insanlar için, ya bu ülkeden çekilip gidilmelidir.

Halkın aydınlanmış temsilcisiyle, kendisini hep küçük yüzdenin parçasında gören “aydınlanmış”lar arasındaki farktır Aziz Nesin. Bu sözün ve bu sözün ötesindeki bütün bir yaşamın, üretimin üzerine kül serpip kaçanlara tokattır.

Nasıl olmuş da bir yazar, kendisinden nefret edenler dahil, bütün halka mal olmuştur? Bu farkla işte. Bir aydının halka karşı sorumluluğuyla, kendini bir sınıfa adamasıyla. Ta kendisi olarak. Onun vazgeçme, kendini sistemin sularına bırakma şansı yoktur. Halktır o. “Başkaları için fedakârlık” duygusunu, “kendime karşı namus borcum” bilinciyle silkeleyip atıştır.

Bu yazı haftalık siyasi dergi Boyun Eğme'nin 12. sayısında yayınlanmıştır.