29 Kasım'ın Anımsattığı Oyun

1825 yılında Almanya'nın Nürnberg kentinin sokaklarında, sarsak adımlarla yürümeye çalışan ve sürekli birkaç kelimeyi tekrarlamak dışında konuşamayan bir çocuk görülmüştü.
Ortaya çıkışı, sakin, huzurlu yaşamlarına devam etmek isteyenleri rahatsız edince, çocuk, bir kuledeki hapishaneye kapatılmıştı.

Kafeste sergilenen bir sirk hayvanı gibi, izlemeye geliyordu insanlar ve çocuk, eklem yerlerindeki kusurlar nedeniyle ne ayağa kalkıp onlara doğru gidebiliyor, ne de konuşarak kendisini ifade edebiliyordu.

Doktorlar, çocuğun bu durumunun uzun bir süre iki büklüm ve rahat hareket edemez bir biçimde yaşamasından kaynaklandığını açıkladılar. Uzun yıllar, doğrulmasını engelleyen koşullarda yaşadığı, sadece su ve ekmekle beslendiği ve iki tahta at oyuncağa sahip olduğu anlaşılmış, bütün bu süreç, aslında hiçbir özürü olmamasına karşın, bilincini de etkilemiş, ket vurmuştu.

Çocuk daha sonra bilimadamları gözetiminde eğitilmiş, şaşırtıcı bir hızla entelektüel ve fiziksel yeteneklerini geliştirmişti.

Kimliği konusunda yapılan araştırmalarda, tartışmalar gelip, Baden Prensi Kaspar Hauser olduğu noktasında kesinleştirilemeyen bir uzlaşmayla noktalanmıştı.

Emekçilerin 29 Kasım'da, Ankara'da meydana çıkışı, Kaspar Hauser dolayımıyla, Peter Handke'nin bir oyununu getirdi aklıma. "Kaspar." Handke, bu oyununda, bugüne kadar hakkında binlerce makale yazılmış, filmlere konu olmuş, belgeseller yapılmış, halen DNA araştırmalarıyla kimliği saptanmaya çalışılan bu çocuğa, farklı bir açıdan yaklaşmıştı.

Oyunun açılışı, 29 Kasım'ın arifesi gibidir. Perde kapalıdır ve biz, arkasındaki bir oyuncunun, kendisine sahneye çıkabileceği bir yol aradığını görürüz. Perde, bir elin, bir vücudun, bir ayağın değişik noktalarında yarattığı dalgalanmalarla zorlanmaktadır. Hareket, gittikçe hızlanır, şiddetlenir. Ufak kıpırtılardan, perdeyi yırtma noktasına varır. Ve sonra Kaspar sahnede belirir.

Kaspar, kapalılıktan kurtulmuş, ama çıktığı sahnede ne yapacağını henüz bilemez halde, ürkek ve beceriksiz hareketler içindedir. Yürümeyi anımsamaya çalışmaktadır. Adım atmayı sağlayan yere basış bile, ciddi problemdir başlangıçta. Sendeler, düşer, kalkmaya çalışırken, bunu nasıl yapacağını da anımsaması gerektiğini fark ederiz.

Gerçek hayatın Kaspar'ı, "babam gibi süvari olmak istiyorum" dışında bir şey söylemiyordu. Handke'ninki, farklı bir cümleyi tekrarlar durur: "Başka birinin bir zamanlar olduğu gibi biri olmak istiyorum." Bu, belleğindeki tek sözdür, ama, anlamının bilincinde değildir. Yalnızca bunu bildiğinden, yalnızca bunu söylemektedir. Kaspar, yeni cümleler kurabilmek için, belleğindeki bu cümleyi bilince çıkartmak zorundadır. Ezberden, anımsamadan kurtulmalıdır.

Uzun zamandır, yerinden doğrulup dik durmasını engelleyen bir kafeste, yalnızca ekmek ve suyla yaşamaya çalışan Kaspar'ın zihnindeki sis tabakası, ne ya da kim olduğunun üzerini örtmüş, elinden kendini ifade gücünü almıştır. Uğradığı deformasyon, onu dışarıdan bakılan bir nesne konumuna itmiştir. Şimdi sahneye çıkmış, anımsamaya başlamıştır, ayakta durmaya başlamıştır...

Oyun boyunca, suflörler, Kaspar'a bildiği bu tek cümleyle neler yapabileceğini söylemekten başlayıp, etrafındaki nesneleri tanımlamaya kadar, yön verirler. Daha doğrusu, vermeye çalışırlar. Kaspar'ın güçsüzlüğü, aynı zamanda, ona, bu sözlere kulaklarını kapatarak, kendi keşif sürecine çıkma gücünü de vermiştir. Suflörler ona ne yapması gerektiğini söyleyip dururken, Kaspar, bunlardan hiçbir şey anlamayarak, düşe devrile, çarpa kıra, kendisini gerçekleştirmeye koyulmuştur.

"Başka birinin bir zamanlar olduğu gibi biri olmak istiyorum."

29 Kasım eylemi, bana Kaspar'ı düşündürdü. Oyunun sonunu biliyorum. Sahnede bir sürü Kaspar belirir. Olmadık kelimelerle, olmadık cümleler kurarak sürekli konuşur, bunlara anlamlar katmaya başlar, yürümeyi becerememekten çevik hareketlere geçerler. Baskın ses olarak suflörler giderek silinir, kontrolden çıkmış Kaspar'a cılız itirazlar yöneltir hale gelir, yeniden kafasını karıştırmaya yol açacak sözleri duyulmaz olur.

Belki de, belleğindeki bir sözden yola çıkarak, bir "tabula rasa" halinde sahne alan Kaspar'ın, mamasını mıncıklayarak, her şeyi ağzına götürerek dış dünyayla bağ kurmaya, tanımaya çalışan bir bebek gibi, riskler içeren bir maceraya atılmasıdır onu suflörlerin telkinlerinden kurtararak kendisini bulmasını sağlayan.

"Kötü şeyler, nasıl iyi şeylere çevrilir"? Kaspar'ın hızlı bilinçlenmesini göz önüne alırsak, işte böyle. Perdenin arkasında kaldığı dönemin yaydığı umutsuzluk, sahneye çıkışında verdiği acemi profil, bilincindeki sis tabakası, suflör korosunun baskın sesi, Kaspar'ı durduramamıştı.

Kaspar'ı tanıdığım için, meydanlarda yürüyen işçiler, bana bunu anımsattı...

Kaspar, oyunun sonlarına doğru, ilk cümlesiyle sadece bir gürültü çıkarmak, ikinci cümlesiyle dikkat çekmek, sonrakiyle konuşmak, sonrakiyle kendisini konuşurken duymak, sonrakiyle diğerlerinin onun konuştuğunu duymalarını, sonra da ne dediğini duymalarını istediğini söyler.

Oyunun Kaspar'ı, Handke'nin kalemindendir ve onun istediği noktada tamamlar süreci. Bizim sahne alan Kaspar'ımız, perdeyi kendi belirlediği şekilde kapatacaktır.