Yetmez, yetmez!

Kamuoyuna 12 Eylül iddianamesi diye sunulan belgenin siyasi özetini kanımca Mümtazer Türköne bugün yazdığı yazıyla verdi. Kendisinin de bir 12 Eylül mağduru olduğunu söyleyen Türköne’nin sözlerinin özeti şu cümlelerinden anlaşılabilir: “Bugün Türk Silahlı Kuvvetleri'nde görev yapan her on generalden ikisi cezaevinde tutuklu bulunuyor. Hepsi, darbeye teşebbüsten yargılanıyor. Suçlu olup olmadıklarına mahkeme karar verecek. Bize, darbe endişesinden uzak yaşamak bile yetiyor. Toplum huzurlu. Geleceğimizden eminiz. Üstelik, Türk ordusu darbe ithamlarından arınınca daha iyi hizmet veriyor.”

“Toplum huzurlu, geleceğimizden eminiz…”

O kadar.

Örneğin huzurundan ne yapacağını şaşıran kadınların altın günlerinde telefonlarını odanın dışına çıkarttığını işitiyoruz. Geleceğinden emin olan gençlerin üniversite sınavlarına hazırlanırken çalışmaya “mod-medyan” konusundan başladıklarını da… Artık daha iyi hizmet veren ordunun icraatını Uludere’de görebiliyor, huzurla titriyor, kendimize geliyoruz.

İşte bunun adına “12 Eylül’le hesaplaşma” diyorlar. “Darbeye zemin yaratıldı”nın örneğini Fatsa’dan veren, darbenin iktisadi programını yazan Turgut Özal’ı demokrasi kahramanı ilan eden bir iddianameyi göstererek, Taraf’larından “yetmez ama evet” diye şakıyor, huzur buluyorlar.

12 Eylül’ün yegane sanığı ilan edilen iki ihtiyar dava bitene kadar sağ kalır da tutuklanırlarsa eğer, herhalde, sevgili Erkan Baş’ın çok hoş deyişiyle, “kendimiz içerdeyiz ama fikirlerimiz iktidarda” diyecekler.

Bu garabeti “topluma huzur, gençlere gelecek garantisi” veren bir büyük gelişme diye pazarlayanlardan bir başkası çıkıp “sol neden heyecansız” diye soruveriyor. Muktedir olduğunu gösterme hırsıyla, sol namına ne varsa onlara küfretme misyonu arasındaki gerilimde sıkışmış, ahlak dersi veriyor: “12 Eylül’ün sorumlularından ve işkencecilerinden hesap sorma girişimi karşısında buz gibi bir edayla durmak siyasi değil, ahlaki bir sorun”muş.

Bugünkü iktidarın yolunun Evren’in miting meydanlarında haykırdığı ayetlerle döşendiğini, iddianamenin demokrasi kahramanı ilan ettiği Özal’ın “devleti küçülteceğim”, “ben zenginleri severim” gibi vecizlerinin yine bugünkü iktidarla zirveye ulaştığını söyleyenleri “darbecilikle” itham edenlerin ahlakı bu kadar oluyor.

Anayasa referandumunda “hayır” diyen sol tam olarak bunu, yani AKP iktidarıyla hesaplaşılmadan 12 Eylül’le de hesaplaşılamayacağını söylememiş gibi, “gördünüz mü geçici 15. maddenin kaldırılması işe yaradı işte” diye yazıyorlar. Öte yanda doksanların karanlığında toplum mühendisliği yapmış, “devlet için kurşun atan da yiyen de…” deyişini özümsemiş, hatta pek muhtemelen üretmiş olanlar “ben de mağdurum” diye ortaya çıkıyor tam olarak “hayır” diyenlerin haklılığını kanıtlarcasına…

12 Eylül iddianamesi diye adlandırılan belge, son dönemde gerçekleştirilen diğer tutuklama ve operasyonlarla birlikte, iktidar blokunun yeniden kalıba alınarak, üzerine harç dökülmesi işlemidir. Bu anlaşılıyor. Cemil Çiçek ve Abdullah Gül’ün “Başbuğ nerede yargılansın” tiradları arasındaki çelişki bir vakıa olsa da, geniş ölçekte iktidar blokunu oluşturan kesimlerin her birinin eline oynayacak birer oyuncak tutuşturuldu. Özellikle KCK operasyonlarının iktidarı yıprattığını savlayan liberallerin yelkeni 12 Eylül iddianamesi ve Başbuğ’un tutuklanmasıyla bir kez daha şişirildi. Şimdi “yetmez ama evet” diye bağırıyorlar. Bu arada bir BDP’li milletvekilinin evinin basılması, bir eski milletvekilinin gözaltına alınmasıyla çemberin Kürt siyasetinin parlamento kanadına doğru daraltılmasına cevaz verdiklerinin görülmeyeceğini sanacak kadar başları dönmüş durumda.

Demek ki bir süre önce Zaman’daki kodamanların liberallere verdikleri ayar tutmuş. Zaten tutmaması da beklenemezdi. Zira liberaller günde beş vakit kurulmak üzere tasarlanmışlar. Birkaç ay önce “acaba muhafazakarlar ile liberaller arasındaki mesafe büyüyecek mi” diye sorulmaktayken, şimdi liberallerin hangi gemiyi terk etmeye hazırlandıkları iyiden iyiye açığa çıkmış bulunuyor. “Bunlar da artık çok olmaya başlamışlardı”yı temel söylemleri haline getirmelerine az kaldı.

Aydemir Güler’in pazartesi günü soL portal’da bir kez daha hatırlattığı gibi, AKP’nin freni yok. Yokuş aşağı, frensiz gidiyor sadece yokuşun eğimi zaman zaman değişiyor. Eğim azaldığında ilk önce liberaller araçtan iniyor ve ivmeyi artırmak üzere onu arkadan itekleyiveriyorlar. Her inişlerinde birileri çıkıp, “acaba aracı terk ederler mi” diye soruyor. Oysa yanıtı onlar veriyor: Sürekli “yetmez, yetmez” diye bağırıyorlar.