“Yeni Osmanlı” Mısır duvarına çarpar mı?

Komintern'in otuzların başında faşizm tahlilinde yaptığı değişikliklerin kaynaklarından bir tanesi, “faşist ideolojinin küçümsenmemesi” gerektiği tespitine dayanıyordu. Faşist ideolojinin efsanelerle bezenmiş eklektik yapısı, nefrete ve ırkçılığa dayalı söylemi yirmili yılların sonunda onun başlı başına bir ideolojik form olarak önemsiz görülmesine, bunun yerine faşist politikaların kitleler üzerinde artmakta olan etkinliğinin emperyalist sisteme bağlı nedenlerine yoğunlaşılmasına yol açtı. Dünya komünist hareketi, otuzların başında ise artık adlı adınca bir kitle hareketine dönüşmüş olan faşizmin ayrıksı bir fenomen olarak, sahip olduğu ideolojinin kendisi de hesaba katılarak, tahlil edilmesi gerektiği tespitine ulaştı.

Benzer bir soruyu, içinde bulunduğumuz tarihsel dönemde, yükselmekte olan İslamcı-İslamofaşist hareket için de sorabilir miyiz? İslamcı hareketin emperyalizme ve kapitalizme dayanan sistemik kaynakları ve işlevlerinin ötesinde, ideolojisinin kendisini yeterince ciddiye alıyor muyuz?

Türkiye açısından baktığımızda, özellikle son on yıl içerisinde İslamcı ideolojinin ayrıksı bir fenomen olarak daha fazla ciddiye alındığını ve tahlil edildiğini söylemek mümkün olsa da, bunun bir bütünlüğe sahip olduğunu ifade etmek güç. Kanımca İslamcı ideolojinin kendi iç hareketini bütünlüğe en yakın biçimde tahlil ettiğimiz başlık “yeni Osmanlıcılık”tır.

Şimdi tam da bu başlık açısından çok ilginç bir döneme giriyoruz ve aklımızı tazeleme ihtiyacı duyuyoruz.

Özellikle Mısır'da dün yaşanan gelişmeler, ABD'nin aracılık ettiği bir Müslüman Kardeşler iktidarının yaklaşmakta olduğunu düşündürmektedir. Dolayısıyla önümüzde şu soru duruyor: Ülkesinde modernleşme sürecinin başlatıcısı sayılan, Osmanlı'da Tanzimat reformlarına giden adımların atılmasının nedenleri arasında yer alan Kavalalı Mehmet Ali Paşa gibi, şimdi de “İhvan” (Müslüman Kardeşler) örgütü Türkiye'de bir dönemin kapanmasına vesile olabilir mi?

Bambaşka bir tarihsel bağlamdan söz edildiği kaydını düşerek, Türkiye'deki rejim değişikliği dönemlerinde geniş Orta Doğu'nun önemli ülkesi Mısır'ın hep bir etkisinin olduğunun altını çizmek isterim.

İslamcı hareketin tarihi konusunda kısıtlı bilgi sahibi olduğum için yanlış bir önermede bulunursam düzeltilmem dileğiyle, iki saptama sıralamama izin verin:

Birincisi, Türkiye'nin İslamcı hareketinin uluslararası İslamcı hareket üzerindeki “ideolojik etkisi” hayli kısıtlıdır. Bu saptamaya “peki ya Fethullahçılık?” türünden itirazların getirilebileceğinin farkındayım. Buradaki kastım, Türkiye İslamcılığının uluslararası etkinliğe sahip olmadığı değil bir ideolojik kaynak olarak etkisinin sınırlı olduğu... Türkiye'de İslamcı cemaatler ve tarikatler genellikle dışarıdaki hareketlerin etkisi altında ve onların bir uzantısı olarak kuruluyorlar. Tersi ise geçerli değil.

İkincisi, Türkiye'nin bugün müslüman halklar üzerinde elde etmeye çalıştığı “liderlik” rolünün dayandığı ve bir Amerikan imalatı olduğu aşikâr olan “ılımlı İslam” modeli, söz konusu liderlik rolü başka ve dışsal kaynaklarla desteklenmediği takdirde İslamcı hareket nezdinde aşırı derecede “batıcı” kalmaktadır.

Başka kaynaklardan kasıt, “yeni Osmanlıcılığın” özgün bir tarihsel kesitte görece özerk çıkışlar örgütleyebilmiş olması, İsrail ve ABD'yle yaşanan bazı yüzeysel sürtüşmeleri özellikle müslüman halklar nezdinde bir avantaja çevirebilmiş olmasıdır. Buna, Türkiye kapitalizminin bölgedeki ülkelere kıyasla gelişkinliğinin mümkün kıldığı dış ticaret, sermaye ihracı gibi iktisadi faktörleri benzer bir destek olarak kullanabilme avantajını ekleyebiliriz. Üçüncü ve yine İslamcı ideolojiye dışsal bir payanda ise, milliyetçiliğin de dayanakları arasında bulunan “Osmanlı mirası” vurgusu oluyor. Geçerken yeni Osmanlıcılığı geleneksel milliyetçiliğin Osmanlıcılığından bir nebze ayıran hususun, panislamist, hilafetçi vurguya verdiği ağırlık olduğunu not edelim.

Gelelim “olası” Mısır duvarına...

Yeni Osmanlıcı politikaların bölgede en fazla rahatsız ettiği ülkelerden bir tanesinin Mısır olduğu biliniyor. Zira ABD ve İsrail'in, Türkiye'yle birlikte, bir diğer sıkı işbirlikçisi olan Mübarek rejiminin, Türkiye bölgesel etkinliğini artırdıkça emperyalizme hizmet yarışında geri düşmekten tedirgin olduğu söylenebilir. Şimdi bu büyük ve köklü ülkede bir rejim değişiminin önü açılmış görünüyor. Bu değişimin yeni Osmanlıcılığın önünde bir duvara dönüşüp dönüşmeyeceği henüz belirsiz olsa da, olayların seyri bu ihtimali giderek güçlendirmekte...

Olası bir Müslüman Kardeşler iktidarından söz ediyorum. Bir başka gerici iktidarın gerici bir ideoloji ve politika paketine -yeni Osmanlıcılık- sekte vurmasından ne kastettiğimi daha sonra açmak üzere, Müslüman Kardeşler örgütünün bir dizi özelliğini anımsatmak isterim.

Müslüman Kardeşler, birincisi, 70 ülkede örgütlü olan, “uluslararası” bir hareket. İkincisi, Müslüman Kardeşler'in ideolojik kökleri, bugünkü uzantıları El Kaide'den Hamas'a, Hizbullah'tan -Ali Şeriati üzerinden- İran'a kadar giden bir alan üzerinde etkili. Örneğin pek çok akademisyenin radikal İslamcılığın kurucusu kabul ettiği Seyyid Kutub'un ideolojisi, bahsettiğimiz hareketlerin “fikri” kaynakları arasında bulunuyor. Bu özelliğiyle Müslüman Kardeşler'in sadece İslamcı hareketin Sünni kolu üzerinde değil, radikal İslamcılık bağı nedeniyle, Şii kolu üzerinde de göreli bir etkinliği olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır sanıyorum . Üçüncüsü, Müslüman Kardeşler özellikle Cemal Abdülnasır iktidarına karşı “cihat” bayrağı açtığı kesitte ABD emperyalizmiyle yakın bağlar kurmuş olmasına rağmen, kökeni sömürgeciliğe ve İngiliz emperyalizmine karşıtlığa dayanan, Ortadoğu'nun İslamcı hareketlerinde görünen anti-Amerikan retoriği görece organik bir biçimde taşıyan bir örgüt. Başka bir ifadeyle, Müslüman Kardeşler bir yandan emperyalizmle tarihsel bağlara sahip ve “uluslararası ilişkileri”nin bir boyutu da buraya uzanıyor diğer yandansa kitlesel algıda anti-Siyonist ve anti-Amerikancı bir örgüt olarak kodlanıyor.

Bunların üzerine Mısır'ın bir Arap ülkesi olmasını Kavalalı Mehmet Ali Paşa'dan beri İslam dünyasının liderliği konusunda Kahire'nin İstanbul'un bir numaralı rakibi ve alternatifi oluşunu Nasır döneminin Arap milliyetçiliğinin gelişmesi üzerindeki tarihsel rolünü ve son olarak da Mısır'ın diğer birçok Arap ülkesine kıyasla kapitalistleşme düzeyinin gelişkinliğini ekleyin.

O halde buradan şu özeti çıkarmak mümkün görünüyor: Rejim değişikliği sürecini ABD'yle işbirliği içinde gerçekleştiren, içerisindeki bazı radikal unsurları pasifize etmeyi veya yönetmeyi başaran bir Müslüman Kardeşler iktidarının AKP'nin yeni Osmanlıcılığına ciddi bir rakip olması işten değil. Mısır'da bahsettiğimiz türde bir iktidarın Filistin, Lübnan, Afganistan, Pakistan, hatta İran üzerindeki etkisi, tarihsel ve ideolojik nedenlerle, Türkiye İslamcılığından çok daha fazla olur.

Elbette Mısır kapitalizminin böyle bir rolü taşıyıp taşıyamayacağı, radikal unsurların kontrol edilip edilemeyeceği ya da mevcut halk hareketinin İslamcı bir iktidara teslim olup olmayacağı konusunda şimdiden bir şey söylemek zor. Ancak sürecin yukarıdaki gibi bir ihtimal barındırmadığını söylemek ve ABD'nin olayları buraya doğru yönlendirmeye çabaladığını görmemek de mümkün değil.

Erdoğan ve arkadaşlarının da bu riski gördüğünü kestirebiliyoruz. Başbakanın son bir hafta içinde ikinci defa doğrudan Arap dünyasına konuşması ve bilmem kaçıncı defa Obama'yla telefonda Mısır'ı görüşmesi bu endişeden de kaynaklanıyor diyebiliriz. Kaldı ki Mısır'da andığımız gibi bir rejim değişikliğinin olması, yeni Osmanlıcılık tekelini Türkiye'nin elinden alırken, ABD'ye AKP'nin sivriliklerini törpülemek konusunda ek bi kontrol mekanizması kazandırır.

Peki, Mısır'da gerici, işbirlikçi bir iktidarın kurulmasının Türkiye'deki gericiliği ve işbirlikçiliği “geriletmesinden” mi söz ediyoruz? Bu anlamda umudumuz Müslüman Kardeşler mi?

Tüyleri diken diken eden bu sorunun yanıtı kuşkusuz “hayır”. Tartışığımız olasılık, esasen yeni Osmanlıcılığın yayılması ABD'nin çocuğu “ılımlı İslam”ın bölgede daha fazla ülkede iktidara gelmesi ve bu arada gerici iktidarlar arasında bir rekabet konusuna dönüşmesidir. Kısacası bölge halklarını birbirinden daha fazla uzaklaştıran, düşmanlaştıran bir gericileşme dalgasından bahsetmekteyiz. Üzerimizde bu dalgayı durdurma sorumluluğu bulunuyor ve bunu Mısırlı ilericilerle, emekçi halkla da paylaşıyoruz.