Yeni bir dünya kurulur…

İsmet İnönü’nün sözüydü... “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de onun içinde  yerini alır” diye hatırlanıyor genelde.

1964’te Time dergisine verdiği mülakatta  söylemiş, tamamıysa şöyle: “Kıbrıs'taki bu haksız durum devam eder, müttefikler bizi yalnız bırakır, NATO yanımızda olmaz, anlayışsızlık hüküm sürer, Türk azınlık ezilir, bu böyle devam ederse; günün birinde Batı'nın bu savunma sistemi yıkılır, yeni şartlarla yeni bir sistem ve dünya kurulur, Türkiye de bu yeni dünya içinde yerini bulur.”

Kıbrıs harekatı bundan 10 yıl sonra gerçekleşti. Ne yeni bir dünya kuruldu ne de Türkiye kendine yeni bir yer buldu. Ama geriye bu söz kaldı: Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de onun içinde yerini alır.

Bu lakırdı şimdilerde de AK-danışmanların dilinde...

Bir tanesi, Cemil Ertem, şöyle diyor: “... artık dünya, Teksas’dan, Londra’dan, Washington’dan yönetilemiyor. Teksas’ın petrolcüleri, Londra’nın finansçıları, Washington’un silahçılarını ‘durum’ çoktan aştı.”

Bu zat sadece havuzcuların Akşam’da köşe yazmıyor, Kaçak Saray’a ekonomi başdanışmanlığı da yapıyor. Yiğit Bulut yalnız sanmayın. Sürekli bu lakırdıyı tekrar ediyorlar: Yeni bir dünya kurulur...

Ama devamını İnönü gibi “Türkiye de bu yeni dünya içinde yerini bulur” diye getirdiklerini söyleyemeyiz. Başdanışmanlar “yeni dünyayı da biz kurarız” kafasında daha çok. Yeni Türkiye bitti, sıra yeni dünyaya geldi.

Nasıl kuracaklar peki? Ak-danışmandan dinleyin:  “… bizim savunduğumuz açık, küresel anlamda rekabet edebilir ve küresel yatırımların en üst düzeyde değerlenebileceği, finansal piyasaları derin ve sağlıklı, görünür bir ekonomidir. Bunu yalnız Türkiye için de savunmuyoruz, Romanya’dan Kazakistan’a kadar her ülke ve coğrafya için bunu savunuyoruz. Çünkü gerçek anlamda piyasa ekonomisi budur.”

Bu geniş vizyonuyla başdanışmanlık koltuğunu hak ettiği kesin... “Piyasacılık mı, onu da biz biliriz.”

Bildiğinizi biliyoruz da itirazımız bunu “yeni” diye satmaya kalkmanıza. Zira bu öksürük şurubunu asrın buluşu diye pazarlamaya benziyor.

Madem Amerikan merkezli egemenlik sisteminin krizinden yola çıkıyorsunuz, arkasını da getirmeniz lazım: Tıkanma dediğiniz, kökenleri bizzat piyasa düzeninde, sermaye egemenliğinin ta kendisinde yatan bir krizdir. Nihai kriz mi, orasını bilemeyiz. Daha doğrusu nihai kriz olup olmayacağını, emekçi sınıfların iradesi ve mücadelesi belirleyecektir. Ama bu sistemin insanlığı günden güne çürüttüğünü, insanlığa sunacak hiçbir şeyinin kalmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Kan ve karanlıktan başka...

Öyleyse ne helikopterle toplantı basanların ne de jandarma karakolunda oturup helikopterlerin ne zaman kalkıp ne zaman ineceğine dair talimat verenlerin kuracağı bir dünya var.

Çünkü o dünya kurulalı çok oldu.

Miadını da çoktan doldurdu.


(Bu yazı 18 Nisan 2015 Cumartesi tarihli Günlük soL'da yayımlanmıştır.)