Takiyecilikten taklacılığa

Alper Birdal'ın “Takiyecilikten taklacılığa” başlıklı yazısı 23 Aralık 2012 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Önceki akşam Erdoğan’ın hocasıyla öğrencisiyle ODTÜ’lülere ve de ODTÜ’lüler vesilesiyle gençliğe nefret kusuşunu izledik televizyon ekranlarından. Bir ara söyledikleri, jest ve mimiklerindeki tuhaflığın da önüne geçmeyi başardı. Şöyle diyordu: “Bunu bir protesto olarak nitelemek bana göre ilimden de nasip almamaktır. Eğer bu hocalar öğrencilerini böyle yetiştiriyorsa onlara da yazıklar olsun. Bize böyle hocalar lazım değil. Bir defa bir hocanın öğrencisine ilme saygılı olmayı öğretmesi lazım. Sen ideolojik olarak bunu yapan iktidarı kabul etmeyebilirsin, ancak gerçeği kabul edeceksin. İşin aslı bu heyecanı yaşayamayan muhalefetin orada bağlantıları vardı.”

Psikiyatristler bu konuşmayı klinik bakımdan incelemeli. Ama biz Erdoğan’ın henüz gerçeklik algısını tamamen yitirmemiş olduğu ve ODTÜ’de kendisine karşı gösterilen tepkinin Göktürk-2 uydusunun uzaya gönderilmesiyle alakalı olmadığını bildiği varsayımından hareket edelim. Eğer hâlâ buna yetecek akli melekelere sahipse, “gerçeği kabul edeceksin” diyen Başbakan’ın gerçeğe takla attırmaya çalıştığını kaydetmek gerekir.

Birinci takla sessiz sedasız NATO işgaline kapıyı açan, komşu ülkeleri sistematik bir biçimde taciz eden bir hükümetin başındaki kişinin, askeri amaçlarla yapılan bir uydu için “neden heyecanlanmıyorsunuz?” diye sorması. İkincisi ODTÜ’ye bir siyasi şov amacıyla ve binlerce polis nezaretinde gittiği bilinen Başbakan’ın, “neden benim şovumun yaldızlarını döktünüz?” öfkesini başka gerekçelerin arkasına saklama çabası. Üçüncüsü TÜBİTAK’ı, TÜBA’yı dünyaya rezil eden, birer bilim kurumu olmaktan çıkartan bir iktidarın başındaki zatın “ilme saygı”dan bahsetmesidir.

Listeyi uzatmaya gerek yok. Başbakan, İslamcılığın takiye geleneğini taklacılık düzeyine taşıdı. Takla üzerine takla atıyor.

Başbakan gerçekleri fırıl fırıl döndürürken, çömezleri boş durur mu?

Dün İslamcı basında “lansmanı” yapılan bir kampanya buna örnek olarak gösterilebilir. Kampanyanın başlığı “Suriye İçin Bir Ekmek.” Tanıtım metninde şunlar söyleniyor: “Kış geldi… Suriye’de savaşın ortasında yaşanan insanlık dramı daha da kötüleşti. Kimin haklı kimin haksız olduğu tartışılırken, kimin tarafını tutmak gerektiği sorgulanırken kış geldi. Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Arap Ligi ve daha nice kuruluşlar boş yere tartışırken kış geldi, ekmek tükendi, un bitti. Televizyonlarda Suriye sorunu siyasi, jeopolitik, dini, mezhebi ve daha birçok süslü konu etrafında tartışılırken, kış geldi, yağmur yağdı. Islanıyorlar, soğuk var, yakacak bitti, battaniye yok. Hayatın acı gerçeği tüm tartışmaların ötesinde karşımızda duruyor. Suriyeli bu yaşlı mülteci kadın yiyecek bir ekmek ve ısınacak bir battaniye bekliyor. Kim olduğunuz önemli değil, yardım edin, kış geldi.”
Çok dokunaklı değil mi? Çok insani...

O halde bu kampanyayı düzenleyen kuruluşlardan bazılarını da buraya yazalım: İHH, Cansuyu, Deniz Feneri, Kimse Yok mu Derneği, İslam Dünyası STK’lar Birliği, Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı, Hak-İş, Ensar Vakfı, İslami İlimler Araştırma Vakfı, MÜSİAD, ÖNDER İmam Hatip Liseleri Mezunları ve Mensupları Derneği, İlim Yayma Vakfı…

Bu teşkilatların önemli bir kısmının, Suriye’de çatışmaların bir tarafı olan Müslüman Kardeşler’in Türkiye yapılanmasının parçası olduğunu söylemeye gerek var mı?

Ya da örneğin ekim ayında Libya’dan gelen El Entisar gemisinin İskenderun Limanı’na “insani yardım malzemesi” diye indirdiği kargonun içinde karadan havaya fırlatılan roketler de dahil pek çok silahın bulunduğunu, bu geminin hiçbir aramaya tabi tutulmadığını, o silahların Suriye’deki militanlara gittiğini ve yükün Türkiye’deki alıcısının İHH olduğunu hatırlatmaya gerek var mı?

Veya bu gazetenin Perşembe günü belgelediği üzere, Suriye’nin buğdayını, ununu ve ekmeğini çalan muhalif çetelerin bunları Antep’te, Antakya’da sattığını…

Takiyecilikten taklacılığa geçtiler. Gerçekleri fırıl fırıl döndürdükçe, toplumun da başının döneceğini, gerçeklikten kopacağını sanıyorlar.