Öpüşün, savaşın

Alper Birdal'ın “Öpüşün, savaşın” başlıklı yazısı 24 Mart 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

İsrail’in Türkiye’den Mavi Marmara olayından ötürü özür dilemesi Batı basınında “Obama, Türkiye ile İsrail’i barıştırdı” başlığıyla işlendi. “Uzatmayın artık öpüşün barışın” jestinin tamamıyla Obama’nın inisiyatifi olduğunun üzerini örtme ihtiyacı duymadılar kesinlikle.

ABD’nin etkili gazetesi New York Times konuyla ilgili haberinde Obama’nın bu hamleyle ne kazanmak istediğini de çok açık bir şekilde yazdı: “Türkiye ile yenilenen bir ittifak başka cephelerde de ilerleme sağlanmasına yarasa da, Obama İsrail’den Suriye, İran ve Filistin konusunda elle tutulur ganimetlerle değil, bir hüsnüniyet havasıyla ayrıldı.”

Yani ABD’nin en önemli gazetelerinden bir tanesi, ABD’nin İsrail-Türkiye kucaklaşmasına Suriye, İran ve Filistin cephelerinde ABD çıkarlarının ilerletilmesi konusu olarak baktığını olanca açıklığıyla yazdı.

O halde önümüzde duran soru bir kez daha şu: ABD’nin elini güçlendiren bir “barış” bu coğrafya açısından ne anlama gelir?

ABD kazanıyorsa, ABD’nin eli güçleniyorsa halklar kaybediyor bunun bir fizik yasası kadar kesin olduğunun altını çizmek gerek. Obama’nın İsrail’den ayrılmadan evvel Netanyahu’ya Erdoğan’ı aratıp, özür diletmesi mutlak anlamda bir “öpüşün ve savaşın” çağrısıdır.

Nerede savaşacaklar? ABD kumandası altında Suriye’de ve İran’da.

Üstelik savaş düzeninin hiyerarşisi de son derece net: İsrail başta, Türkiye arkasında...

Obama, Ortadoğu ziyaretine bu defa İsrail’den başladı. Türkiye’ye ise Dışişleri Bakanı geldi. Bizim Dışişleri Bakanı, “bu süreci 3 yıldır nakış gibi ördük. John Kerry ile de son bir haftada 6 defa görüştük” diyor.

Bu süreci “nakış” gibi işlediğini söyleyen Davut Paşa, dış basını ya hiç okumuyor ya da orada bütün önemli yayınların “Obama barıştırdı” yazdığını kimsenin görmediğini varsayıyor.

Dahası Türkiye tarafı Dışişleri Bakanı’yla muhatap olurken, İsrail tarafının Devlet Başkanı’yla muhatap olmasının diplomatik dildeki anlamının kesin bir hiyerarşi tarifi olduğunu da hiç kimsenin algılayamayacağını sanıyor.

Üstelik bu hiyerarşik ilişki ABD tarafından Türkiye’ye hatırlatılırken, gayet kaba bir üslup da kullanıldığını yine Batı medyasından okuyoruz. New York Times’ın haberinde bir ABD’li diplomat, Netanyahu Erdoğan’ı aradığında, Erdoğan’ın önce Obama’yla konuşmak için ısrar ettiğini aktarıyor ve “sonuç olarak bu görüşme ortaya bütün taraflar açısından bir kazan-kazan durumu çıkarttı” diyor.

Bu aktarımdan şu sonuç çıkar: Bu üç değişkenli denklemde ricacı taraf Türkiye, ikna edilmesi gereken taraf ise İsrail’dir. ABD, İsrail’i ikna etmiş, Türkiye’ye de bunu “haber vermiştir”.

Özetle süreci “nakış” gibi işleyen taraf ABD’dir, başkası değil. Birinci ilmeği İsrail’e, ikincisini Türkiye’ye atmıştır ve bunu gayet açık bir diplomatik aşağılamayla birlikte yapmıştır.

Bundan sonra olacaklar ise belli: İstanbul’da İsrailli askerlerin gıyabında açılan dava düşürülürken, karşılığında Erdoğan’a Gazze’de yeni bir şov yapma fırsatı verilecek. Mavi Marmara davasının şimdiye kadar görülen duruşmalarında gözyaşı dökenlerin yüreğine, Gazze’deki Hamas-Erdoğan şovuyla su serpilecek.

Ve hep beraber önce Şam’a sonra Tahran’a yürümek için ABD’nin çalacağı hücum borusunu bekleyecekler bir kez daha. İsrail önde, Türkiye arkada...