“Melez rejim”

Bir ideolojinin egemen hale gelmesi öncelikle düşünce üretenlerin kullandıkları kavram kümesinin değişiminde kendisini gösteriyor. Egemen ideolojinin oluşumu için kavram kümesinin yepyeni olmasına gerek yok. Kaldı ki burjuva ideolojisinin bütün kapitalist düzenlerde egemen olan bir takım “değerleri” de bu küme içerisinde yer almak zorunda. İdeolojik mücadele kuşkusuz bunları da kapsayan bir alan üzerinde şekilleniyor. “Özgürlük” kavramı bunun bir örneği olarak gösterilebilir.

Bu tür kesişim alanları üzerinde sınıf perspektifine yaslanan bir mücadele verildiğini söylemeye herhalde gerek yok. Bu, burjuva özgürlük tanımına verili tarih ve mekan içerisinde yüklenen anlama karşı işçi sınıfının özgürlük tanımını savunma, geliştirme, var etme mücadelesidir örneğin...

Bu tür çatışma alanlarının yanı sıra bir de tikel egemen ideolojinin kendine özgü kavramlarından söz etmek gerekiyor. “Özelik” de bir kavram kümesinin ideolojileşme sürecinin olmazsa olmazlarından bir tanesi.

Bir örnekle açmaya çalışayım. Kemalizmin “sınıfsız, sömürüsüz, kaynaşmış millet” söylemi bu kapsamda değerlendirilebilir. Bunu Kemalist ideolojinin oluşum sürecinin ayırt edici, “kendine has”, söylemlerinden bir tanesi olarak kaydedebiliriz.

AKP eliyle şekil verilen yeni egemen ideolojinin de bu anlamda kendine özgü, tanımlayıcı kavramları olduğunu biliyoruz. “Vesayet rejimi” akla gelen ilk örneklerden bir tanesi. AKP tarafından üretilmemiş, ancak onun tarafından ideolojileştirilmiş ve egemen ideolojinin ayırt edici kavramlarından bir tanesi haline getirilmiştir. “İleri demokrasi” de yeni egemen ideolojinin bir diğer ayırt edici kavramı olmaya aday görülmektedir.

Sol bu tür ayırt edici kavramlar karşısında vermesi gereken ideolojik mücadele nasıl bir teorik çerçeve içinde yürütülmelidir? Yanıt aradığım soru bu...

Kanımca belirli bir ideolojik terkibin barındırdığı kendine özgü kavramların çizdiği çerçevenin dışına çıkamayan bir karşıtlık, o ideoloji tarafından soğurulmaya mahkumdur. Bu tür başlıklarda mücadele, doğrultuyu ve bağlamı değiştirerek verilir.

Son dönemin popüler karşıtlığını bu bağlamda ele alabiliriz: “İşte AKP'nin ileri demokrasisi” söyleminin AKP'den hoşnutsuz kitlelerde mücadele ve direnme isteği yarattığını ya da onu güçlendirdiğini söyleyebilir miyiz?

Kanımca büyük ölçüde karşı tarafı teşhir etmeye dönük bu tür girişimler, kısa dönemde etkili olsalar dahi orta vadede yeni egemen ideolojinin şekillenişine olumlu girdi yapmaları nedeniyle yenilgiye mahkumdur. Çünkü bu yaklaşım belirli kavramların ideolojileşmelerini kolaylaştırmakta, bu açıdan olumlayıcı bir işlev de üstlenmektedir.

Son günlerde bazı köşe yazarlarının gündeme getirdiği bir örnekle açmama izin verin. The Economist dergisinin iki yılda bir açıkladığı “Demokrasi Endeksi” raporunun sonuncusu geçtiğimiz günlerde yayımlandı. 167 ülkelik geniş bir örneklem üzerinden hazırlanan endeks, seçim sistemi ve çoğulculuk, hükümetin işleyişi, siyasi katılım, siyasi kültür ve medeni haklar ölçütlerine göre oluşturuluyor. Ülkeler bu kriterlere göre aldıkları puanlar üzerinden “tam demokrasiler”, “kusurlu demokrasiler”, “melez rejimler” ve “otoriter rejimler” kategorilerinden bir tanesine sokuluyor. Çalışmaya göre Türkiye 5,73 toplam puanla 89. sırada yer alarak “melez rejimler” arasında sınıflandırılıyor.

“Melez rejim” tanımı ise şu şekilde veriliyor:

“Seçimlerin serbest ve adil olmalarını engelleyecek ölçüde önemli çarpıklıklar görülür. Muhalefet partileri ve adayları üzerindeki hükümet baskısı yaygındır. Siyasi kültür, hükümetin işleyişi ve siyasi katılım konularında görülen ciddi zaaflar kusurlu demokrasilere göre daha yaygındır. Yolsuzluklar yaygın olma eğilimi gösterir ve hukuk düzeni zayıftır. Sivil toplum zayıftır. Gazetecilerin taciz edilmesi ve baskı görmeleri ve yargının bağımsız olmaması tipik özelliklerdir.”

Bu tanıma bakarak The Economist İstihbarat Birimi'nin AKP Türkiye'sinin doğru bir resmini çizdiği ileri sürülebilir ve rapor aceleyle “işte Türkiye'nin ileri demokrasi olmadığı tescillendi” şeklinde bir iddiaya yedirilebilir. Bunu yapanlar çıktı...

Oysa böyle bir karşıtlığın AKP'yi ve inşa ettiği yeni egemen ideolojiyi bir dizi nedenle tedirgin etmeyeceğinden kuşku duyulmamalıdır. Birincisi, bu raporu yayımlayan ve yüz yılı aşkın bir zamandır sermaye sınıfına ideoloji üretme işini layıkıyla yerine getiren The Economist dergisi pek çok defa AKP'yi ve onun “yeni Türkiye'sini” onaylamış, övmüştür. The Economist'in verdiği karne kabul edilecekse, karneye bunların da dahil edilmesi “çifte standartlılıktan” sakınmak için gerekli gösterilebilir. İkincisi, andığımız çerçeve bir bütün olarak karşıya alınmadığı ve bu çerçevenin dışına çıkılmadığı takdirde, “ileri demokrasiye bir çırpıda geçilecek değil, bu bir süreç” argümanı karşısında inandırıcı bir yanıt üretmek zordur. Üçüncüsü, bu karşıtlıkta “bu süreci baltalamak isteyen statüko güçleriyle ve marjinal, patolojik unsurlarla amansız bir mücadele veriliyor” iddiası başka bir gedik açacaktır. Dördüncüsü, rapora kaynaklık eden liberal demokrasi tanımının AKP'nin icraatlarını onaylaması işten değildir.

Örneğin “kaybeden partilerin ve taraftarlarının seçmenlerin verdiği hükmü kabul etmesi ve iktidarı barışçıl bir şekilde devretmeleri”ni “siyasi kültürün başarısı” olarak ifade eden bir yaklaşımın Erdoğan'ın her seçim sonrasında yaptığı balkon konuşmalarını da aynı “başarının” bir göstergesi olarak alması kuvvetli bir ihtimaldir. Ya da “sağlıklı bir demokrasinin vatandaşların kamusal yaşama etkin ve hür iradeleriyle katılmalarını gerekli kıldığı” yaklaşımının, yaygınlaşan ve meşruluk kazandırılan tarikat ve cemaat örgütlerine katılımı da bu çerçeveye dahil etmesi istatistiki tahmin yönteminde bir değişiklik yapılmasını gerekli kılmayacaktır.

Özetle yeni egemen ideolojinin ayırt edici kavramlarına karşı bağımsız ve sınıfsal bir ideolojik hat üzerinden mücadele verilmelidir. AKP'nin II. Cumhuriyeti'ne tepki duyanları sosyalist Cumhuriyet'in inşası için birlikte mücadeleye çağırmak güç ve güven verecektir. AKP'nin faşizan ve otoriter yönelimleriyle mücadele de sosyalizme işaret eden bir bütünlük içerisinde harekete geçirici, örgütleyici bir unsur olarak yeniden üretilebilir.

Ve son bir nokta: The Economist'in ipiyle kuyuya inilmez.