Kapandı Gazze kapıları

Diktatör Gazze’de “yeni Osmanlı” tahtının tek hakimi olduğunu göstermek niyetindeydi. Bayram havasında bir karşılama beklentisi vardı. Haziran Direnişi’nin yerle bir ettiği karizmasını da, Sincan’da ya da Kazlıçeşme’de toparlayamadığı moralini de Gazze’de, Refah’ta yükseltecekti. Bu yüzden ülkedeki bunca gelişmeye rağmen iptal etmedi ziyaret planını. “Gideceğim” diyordu.

Gidemedi. Çünkü Gazze kapıları kapandı. Artık Erdoğan, Refah’ta “istenmeyen adam”.

2009’da Davos’ta “van minüt” temsilini sahnelemeden önce belli ki kulağına fısıldamışlardı: “Ortadoğu’ya gireceksen, Sünni ekseni kuracaksan kapı orada, Gazze’de...”

Öyle ya, Arap halklarının tarihsel olarak baş tacı ettiği liderler de, lanetlediği liderler de hep bu kapıdan geçti. Cemal Abdül Nasır’ı Nasır yapan Süveyş Kanalı’nı devletleştirmesiydi iktidardan düşüren de Altı Gün Savaşı’nda Gazze’yi ve Sina’yı kaybetmesi oldu. Nasır savaş kaybetti ama Arap halklarının hafızasına “halkçı lider” olarak geçti. Çünkü o yalnızca yenildi, Filistin’i hiçbir zaman satmadı.

Halefi Enver Sedat’sa iktidara geldiğinde Ekim Savaşı’nı kazandı, Sina’nın büyük bölümünü geri aldı. Ama Camp David’de, savaşta kazandığını masada bıraktı Filistin’i sattı ve öldürüldükten sonra bile hep bedduayla anıldı.

Filistin Ortadoğu’ya açılan kapı. O kapıdan nasıl girildiği kadar, nasıl çıkıldığı da önemli. Savaş kaybeden Nasır’ın hep “hayırla”, muzaffer Sedat’ın hep “küfürle” anılması da bundan.

Ama her ağzını açtığında “biz onu da iyi biliriz” diyen diktatör bunları bilmez. Gazete bile okumadığı söyleniyor artık açık açık. O sadece “o kapıdan gir, Ortadoğu’nun kapısı orası” diye kulağına fısıldayanların sözünü bilir, ona göre hareket eder.

2011’de Mahmud Abbas apar topar Filis-tin’in Birleşmiş Milletler’e yaptığı tanınma başvurusunu masaya getirdiğinde, en büyük desteği yine Erdoğan’dan almıştı. Filistin’in bağımsız bir devlet olarak tanınması, BM’ye tam ve eşit üye olarak kabul edilmesi Filistinlilerin en meşru hakkıydı. Erdoğan bunu savundu diye eleştirecek değiliz. Ancak savunduğu bu değildi. O, vatansız milyonlarca Filistinlinin statüsü konusunda tek kelime etmeyen, sınırların nasıl çizileceği konusunda hiçbir şey söylemeyen bir planın sözcülüğüne soyunuyordu. Gerekçesi basitti: Bu planı savunması sayesinde yalnızca Gazze’nin değil, bütün Filistin davasının “hamisi” olacaktı. Vatansız bırakılmış milyonlarca Filistinlinin akıbeti, toprakları ellerinden alınmış insanların nasıl bir vatanda yaşayacakları gibi sorularla ilgilenmiyordu. Tek bildiği vardı: Filistin kapısından gir. Önemsediği tek bir şey vardı: Yeni Osmanlı’nın sultanı ve de halifesi olmak.

Ama kapılar kapandı. Gazze kapısını ona açan “Kardeşleri”nin, Hamas’ın ağzınıysa bıçak açmıyor.

Dedim ya Filistin’in kapısından nasıl girildiği kadar, nasıl çıkıldığı da önemli. “Gazze üzerindeki abluka kalksın” diyordu Erdoğan ve tayfası. Oysa artık Erdoğan’ın Refah kapısının altından geçen tünellerden bile Gazze’ye girme şansı yok. Mursi o tünelleri lağım suyuyla doldurdu. İsrail’le ve Batı’yla aralarını bozmamaktı niyetleri zaten Erdoğan da böyle telkin ediyordu. Tünelleri doldurdular, Gazze’nin can damarını koparttılar. Yerine Refah kapısını açtılar ve inisiyatifi, bütün geçiş kapılarını istediği gibi kontrol eden İsrail’e teslim ettiler.

Orada da kalmadılar. Suriye Seferi’nin başarısı için Hamas’ı Ortadoğu’daki antisiyonist direniş ekseninden tamamen kopartarak, Müslüman Kardeşler şebekesiyle birlikte hazırladıkları “cülus yolu”na muhtaç kıldılar Gazzelileri.

Yani Erdoğan kapıdan çıkarken, altı yıldır abluka altında yaşayan Gazzelileri daha da muhtaç, daha da sefil bir durumda bıraktı.

“İstenmeyen adam”ın yalnızca bizim değil, Arap halklarının da hafızasına nasıl geçeceğini tahayyül etmek hiç zor değil.