Hürriyetçi ve laik

“Türk siyasetinin yeni yükseleni hürriyetçi ve laik bir anafikir olacaktır.”

Bu cümle hem Zaman gazetesinin etkili yazarlarından hem de İslamcı hareketin kanaat önderlerinden Ahmet Turan Alkan’a ait. Alkan, “büyük ihtimalle” bir dış gücün, bir yandan Erdoğan’ı tasfiye ederken, diğer yandan da hem AKP’yi hem de Cemaat’i yıprattığını savunuyor. “Büyük ihtimalle dış güç”, “Türkiye’nin yakın geleceğinde İslami birikimi devre dışı bırakırken bir taşla iki kuç vurmayı hesaplıyor” diyor.

Erdoğan’ın çekilerek bir kurum olarak AKP’yi, daha doğrusu “rejimi” kurtarabileceğini ama artık bunun için çok geç olduğunu da yazmış. Bunun yerine hükümetin bütün enerjisini 30 Mart seçimlerini kazanmaya odakladığını, seçimden istediği sonucu aldığı takdirde “yolsuzluk yoktur” kanaatini ispat edeceğini varsaydığını söylüyor İslamcı yazar.

Cemaat’in bir kaleminin 17 Aralık’la açılan perdenin ne AKP’ye ne de Cemaat’e yaramayacağını saptaması, önümüzdeki dönemin karakterinin özgürlükçü ve laik bir yükseliş olacağını söylemesi başlı başına ilginç. Ancak “kökü dışarıda” dediği bu tasarımın dayanıklılık testinden 30 Mart’ta geçeceğini saptamasının üzerinde durmak gerek. Zira 30 Mart’ın önemi, Erdoğan’ın biraz da politika malzemesi olarak kullandığı direnci nedeniyle biraz daha arttı.

Yanlış anlaşılmasın Alkan mealen, “Erdoğan’ı 30 Mart’ta alacağı sonuç kurtarmaz” diyor. AKP’nin seçimden nasıl çıkacağından bağımsız olarak... Buna katılırım.

Ama tam da Alkan’ın söylediği nedenle, 30 Mart’ın Türkiye’nin yakın siyasi geleceğinin belirleyenlerden biri haline geldiği de buna eklenmeli. Eşiği de bizzat AKP koydu: yüzde 40 civarı oy ve üç metropolden ikisinin AKP’de kalması.

Bu kriter, Batı medyasındaki AKP eleştirilerinin içerisine mutlaka sıkıştırılıyor. “Büyük ihtimalle dış güçler” belli ki Erdoğan’ın direncini bu kritere göre yargılayacak.

Bu arada Erdoğan’ın ne biçimde iktidardan ineceği sorusu, itinayla önemsizleştirilmiş oluyor. Merkeze AKP’nin kriteri alındığıda bu mesele önemsizleştirilmiş oluyor.

Halkın önüne seçenek olarak İstanbul’da (özünde) iki AKP’li, Ankara’da üç Türk-İslamcı, Hatay’da yine iki AKP’linin konulmasının ne önemi var? Önemli olan Erdoğan’ın yüzde 40’ın altına inmesi, iki metropolde kayıp vermesi değil mi?

Alkan’a “İslamcı birikimi” tasfiye etmeye çalışan “büyük ihtimalle dış güçler” mantığı böyle kuruyor. Yani halk da Türkiye’nin yakın geleceğine Erdoğan’ın koyduğu seçim kriterine göre baksın istiyor.

Buradan hürriyetçi ve de laik bir yükseliş mi çıkar, yoksa çöken, bugünlerde kendi pisliğinde boğulan İslamcılık başka enstrümanlarla tahkim mi edilmiş olur?

Alkan’a göre “hürriyetçi ve laik” bir yükselişin önünü açmayı hedefleyen Batı, neden Erdoğan’ın seçim başarısı kriterini böylesine önemli hale getirdi?

Neden Erdoğan için “dengesiz”, “megaloman” gibi ifadelerin kullanılabildiği raporlar ve makalelerin bir yerine ille de “yüzde 40’ın altı ve İstanbul ve/veya Ankara’nın kaybedilmesi” kriterini de iliştiriyorlar?

Neden Türkiye’de İslamcılık havlu atmaktayken, 30 Mart’ta halkın önüne yalnızca AKP zihniyetinin seçenek olarak konulduğuna dair tek bir kelime sarf etmiyorlar?

Ellerinde belge mi yok?

Bu soruların yanıtı belli: Batı, Erdoğan’sız bir İkinci Cumhuriyet’in peşinde.

Daha esnek, daha kullanışlı, görüntüde daha “hürriyetçi” ve “laik”...

Seçenekler bu kurguya göre hazırlandı. Bu kurgunun er meydanı da, sadece Erdoğan’a göre değil, Batı’ya göre de 30 Mart olacak. Halkın Erdoğan’la, her boydan “yetmez ama evetçi”, piyasacı, Türk-İslamcı arasında nereye yöneleceğine bakacaklar. Türkiye’ye biçtikleri don, evetçilikle yetmez ama evetçilik arasında “tercih” yapmaktan ibaret.

“Bu donu giymiyorum” demenin tek ama tek bir yolu var. Her alanda İkinci Cumhuriyet’in çanına ot tıkayan halk hareketini örgütlü kılmak, iktidar alternatifi haline getirmek. Seçimlerde de...