Çözüm iradesi

Abdullah Öcalan’ın önceki gün Diyarbakır Newroz’unda okunan mektubunun en kritik kısmı bana göre şu: “Şu ana kadar yürütülen bir diyalog süreciydi ve önemliydi. Bu süreçte iki taraf da birbirlerinin iyi niyetini, gerçekçiliğini, yeterliliğini test etmiştir. Bu testten hükümetin ağırdan alma, tek taraflı yürütme, yasal temelden kaçınma ve uzatma tutumuna rağmen iki taraf da barış arayışından kararlılıkla çıkmıştır. Gelgelelim diyalog süreçleri önemli olmakla birlikte bir bağlayıcılık içermezler. Bundan dolayı da kalıcı bir barış için yeterli güvence oluşturamazlar. Gelinen noktada müzakere sistematiği için yasal bir çerçeve kaçınılmaz olmuştur.”

Milyonların katıldığı kutlamada KCK Yürütme Konseyi Başkanı Cemil Bayık ise müzakere sürecini Abdullah Öcalan’ın tek taraflı olarak başlattığını ve AKP’nin süreci boşa çıkarmayı esas aldığını söylüyor ve ekliyordu: AKP ortadan kaldırılmadan çözüm süreci gelişemez.

Aynı buluşmada seslendirilen bu ifadelerden Kürt hareketinde bir bölünme yaşandığı sonucunu çıkaranlar olabilir. Ben öyle düşünmüyorum. Bu iki açıklama birbirini tamamlamaktadır ve ikincisi esas olarak ilkini kaleme alan kişiye işaret etmektedir. Verilen mesajın özeti şudur: Öcalan olmadan çözüm de olmaz.

Sürecin vazgeçilmez tek aktörü odur.

AKP’yle mi AKP’siz mi, Erdoğan’lı bir AKP’yle mi, Erdoğan’sız bir AKP rejimiyle mi?

Kürt hareketi, Diyarbakır Newroz’unda bu sorularla ilgilenmediğini ilan etmiş, Batı’daki paydaşları da bu ilgisizliği “Öcalan barışta ısrar ettiğini gösterdi” şeklinde yorumlamıştır.

Aynı soru “siyasal İslam’la mı, siyasal İslam’sız mı” diye de sorulabilir. Yanıt yine aynı: Kürt hareketi bununla da ilgilenmemektedir. Tersinden söylersek, ikisi de mümkündür. 2013 Newroz’unda yapılan “İslam kardeşliği” vurgusunun 2014’te terk edilmesi, bu başlıkta da bir pragmatizm işareti olarak algılanabilir ancak.

Bu soruları şöyle sorduğumuzda ne yanıt verilebilir peki? Çözüme, Haziran’da doruk noktasına çıkan halk iradesiyle mi ulaşılabilir, yoksa bu irade olmadan mı?

Sevgili Özkan Öztaş, soL’da AKP’nin Kürt açılımını üç günlük bir yazı dizisiyle ele aldı. Dizinin son bölümüne “Açılımı direnişler boşa düşürdü” başlığını atmıştı Özkan. AKP’nin yeni Osmanlıcılık ve siyasal İslam temelinde geliştirdiği “açılım”ı boşa düşüren üç kritik toplumsal direnişe işaret ediyordu: TEKEL, Van depremi ve Haziran direnişi.

Bu direnişlerden her üçü de bütünüyle halkçı, önemli ölçüde kendiliğinden bir çözüm iradesi yarattı. Üç örnekte de bu irade dışarıdan empoze edilen, eğreti duran bir “barış” vurgusundan ibaret değildi direnişlerin organik bir unsuruydu. Ankara’ya Diyarbakır’dan gelen işçiyle Samsun’dan gelen işçi yan yana AKP’ye, diktatöre, piyasa faşizmine karşı direndi. İstanbul’dan, Ankara’dan yola çıkan üniversiteliler Vanlı depremzedelerin yaralarını sarmak için didindi hep birlikte depremi kentte siyasi dengeleri değiştirmek için kullanmaya kalkan AKP’ye karşı büyüttüler öfkelerini. Haziran’ın muazzam halkı, Lice’de karakol inşaatına karşı mücadele ederken öldürülen Medeni’nin failinin AKP olduğunu hep bir ağızdan haykırdı.

Halk direnişleri gerçek bir çözüm iradesi taşıdığını daha ne kadar açık ortaya koyabilirdi? Peki, Diyarbakır Newroz’unda şu soruldu mu: Direnişlerde açığa çıkan iradeyle mi, onsuz mu?

Milyonları milyonlara katmak için harekete geçmek yerine, siyasal İslam’ın enkazında, siyaseten çoktan ölmüş olan diktatörün ceketinin cebinde “yasa” aramak... Daha çok ararsınız.