Başbakanla empati kurmak

Başbakan Erdoğan’a göre AKP’nin “Kürt açılımı”, bir “milli birlik projesi” imiş. Yanında çeşitli cemaat önderleri, piskoposlar ve papazlar, “el ele verirsek, gönül birliği yaparsak, bu iş olur” demiş... Mekân Büyükada, söz konusu cemaatler de Süryani, Ermeni vesaire olunca görüntünün çok modern, pek hoşgörülü ve müthiş inandırıcı olduğunu düşünmemiz bekleniyor herhalde. Başbakan gönül telimizi titretiyor...

Görülmemiş bir empati manyaklığı başladı memlekette. “Siz başbakan olsaydınız Kürt sorununu çözmek için atacağınız on adım ne olurdu?” Böyle bir soru olabilir mi? Oluyor...

Söylenen nedir? “Öyle atıp tutmak kolay siz bu koltukta oturuyor olsaydınız yapabilecekleriniz üç aşağı beş yukarı bunlar olurdu işte”. Verilen mesaj budur ve Radikal’in “Başbakanımızla empati kuruyoruz” şeklinde özetlenebilecek yazı dizisinin ilk gününde söylenenler de bu mesajı pekiştirmekten öte bir anlam taşımamaktadır.

“Anayasada TC vatandaşlığı olsun, etnik kimliğe dayalı vatandaşlık olmasın”. İyi aynı anayasada Türkiye’nin laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu da yazıyor hem de değişmemiş haliyle. Ama empati kurmaktan saçlarımızın dökülmesine neden olan Başbakan, emekli maaşının düşüklüğünden şikayet eden bir vatandaşı paylarken, az sonra yapacağı o çok dokunaklı, piskoposlu, İshak Alaton ve Cem Hakko’lu konuşmadaki yüz ifadesinden eser bulamıyoruz. Bununla da mı empati kurmalıyız?

Yanımıza yanaşan emekliye “bas git, olan maaşını da alırım. Anayasal vatandaşlık veriyorum size, bir de karnınızı mı doyurayım?” demek empati nöbetimizin bir sekansı olacak o halde.

Bir diğer nokta da empatiyi kurdurana bakmak gerektiğidir. Yandaş medya, Abdullah Gül’ün “iyi şeyler olacak” demecinden ve şakirtlerin Kerkük toplantısından bu yana “açılımın” propagandasını düzenli olarak yapıyor zaten. Doğan Grubu’nun ise önce Öcalan’ın yol haritasını ön plana çıkarması, ardından başka bir uğrakta İslamcı faşizm vurgusunu işleyen neşriyata yer vermesinin gerekçesini şimdi iyice anlamış bulunuyoruz.

Dünkü Vatan gazetesinde, Zülfü Livaneli’nin “Kürt sorununun çözümüne sol da katkı sağlamalı” sözlerine destek vermek üzere söylenenleri başlıklar halinde not düşmek fazlasıyla ibret verici. Sözlerin sahiplerini bir an için boşverin ve şu altbaşlıklara bir göz atın: “Sorunu görmezden gelemeyiz artık”, “Desteklemeyen sol gerçek sol değil”, “Türkiye’de sol, çağa ayak uydurmuyor”, “Bizdeki sol, resmi ideolojiyi barındırıyor”, “İktidar açılım getiriyorsa bu desteklenmeli” ve nihayet baklayı ağızdan çıkartan ifade, “Ak parti yapıyor diye reddetmek akıl dışı”.

Bu cümleleri sarf edenlerin sicili belli... Önemli olan Doğan medyası eliyle başlatılan operasyonun hedef tahtasında neyin durduğunun görülmesi.

Doğan medyasının “AKP faşizmi” göndermeli muzır neşriyatının, “Ak parti yapıyor diye desteklemeyecek miyiz?” yollu sulu göz ve pek sağduyulu bir övgücülüğün fonuna kontrast yapması için yerleştirildiğini anlamış bulunuyoruz. Öyleyse mesele “Sezar'ın hakkı Sezar'a” demekmiş.

Sorun şu ki, CHP ve MHP’nin, hiçbir etkinliği olmayan ve mevzunun özüne, yani yeni Osmanlı uzlaşmasına onay beyanını zedelememesi için kılı kırk yaran sızlanmaları dışında ortada bir karşı çıkış falan yok. O zaman ortada bir sol hayaleti dolaştırılıveriyor. Nasıl olsa her koşulda solculara sövmeyi beceren bir papağan sürüsü var, onlar bir muhalefet varmış gibi yapar ve doğru yolu gösterir. Oral Çalışlar, Mithat Sancar gibi pespayelerin ve Altan Tan gibi gericilerin iştahla saldırdığı bu gölgedir. Uydurup uydurup söylemek ve yaranmacılık genlerinde var.

Bunları ciddiye almıyoruz. Meselenin bu pespayelerin sözleriyle solu hizaya getirmek olduğunu da düşünmüyoruz. AKP’nin giderek tekleştirildiği bir siyasi ortamda gölge boksu yaparak halkın aklını teslim alıyor ve bu arada tekeller arasında yeni nikâh törenleri tertip ediyorlar.

Özetle bu, sermaye sınıfının kendini büyük bir yüzsüzlükle aklama çabasıdır. Aklanmak için AKP’ye ihtiyaçları var.

Radikal’de, Kürt savaşının zirve yaptığı dönemlerde iktidarda önemli pozisyonlarda bulunan H. Celal Güzel’in “Kürt gardaşı”yla sohbete cüret etmesi, yüzsüzlüğün ulaştığı boyutlara işaret ediyor. Cengiz Çandar’ın “Türkiye’de 80 yıllık var olan ‘vesayet rejiminden’ nemalanmış olanlar ‘bürokratik elit mensupları’ ve bir kısım ‘beyazlar’ da rahatsızlar. Onlar, halkın rahat edeceği her şeyden genellikle rahatsız olurlar. Sınıf meselesi. ‘Bizim mahalle’nin ‘ayrık otu’ olarak mahallemizin sakinlerini iyi tanırız” şeklindeki ifadeleri empati kurma çabasının muhatabını çok açıkça ortaya koyuyor.

Erol Yarar’ın “savulun, biz geliyoruz!” narasından korkmamaları gerektiğini mahallelerinin sakinlerine anımsatıyorlar. Nasıl olsa MÜSİAD başkanı Ömer Cihad Vardan tekel kardeşliğini vurgulamadı mı? AKP memleketi açacak ki, yüzde 50-60 daralan Avrupa pazarına alternatif “açılımlar” da olanaklı hale gelsin. Elbette bu arada Ahmet Çalıklara, Ethem Sancaklara, Fettah Tamincelere katlanacak ve onlarla paylaşacaklar. Bu cüreti kazanmak için empati kurmaya ve empati kurdurmaya ihtiyaçları var. Çandar’ın dediği gibi “Kürt açılımı ... bir yönüyle de ‘ideolojik mücadele’yi gerektiriyor.” Haksız mı?