Barzani’nin “kırmızı çizgisi”

Artık neredeyse bir aydır gündemden düşmeyen bir soru, bana kalırsa, dün itibarıyla kesin olarak yanıtını buldu. Soru şu: AKP, Suriye Kürdistanı’ndaki gelişmeler konusunda kontrpiyede mi kaldı?

Davutoğlu’nun Kerkük ziyareti aksini gösteriyor. Dışişleri kaynakları, kamuoyundan gizlenen bu ziyaretin “uzun süredir planlandığını” söylüyor. Bunun anlamı ise açık: AKP ile Barzani yönetimi arasındaki ilişkiler, “uzun süredir planlanan” diplomatik jestleri akamete uğratmayacak denli yolunda gidiyor. Suriye Kürdistanı’ndaki gelişmelerle ilgili yapılan sert açıklamalar, basındaki “Barzani haddini bil” çıkışları vesaire alışıldık gaz alma hamleleri olmaktan başka bir anlam taşımıyor. Özetle, Kerkük’e “uzun süre önce planlandığı” üzere giden Dışişleri Bakanı, AKP için işlerin yolunda olduğu mesajını vermiş oldu. Yine bu hafta Irak yönetiminin kırmızı bültenle aradığı Tarık el Haşimi’nin oturma izninin bir yıl daha uzatılması da ek bir veri olarak buraya not edilebilir.

Peki, bu basitçe, Davutoğlu’nun Kerkük’te boy göstermesinden bir gün önce Barzani’yle yaptığı görüşmeden istediği sonucu aldığına işaret ediyor olamaz mı?

Böyle bir olasılığı ciddiye almak, AKP ile Barzani arasındaki ilişkilerin derinliğini kavramamak demektir. Barzani’nin girişimiyle Suriye’deki Kürtler ortak bir çatı altında buluşturulacak, bu güçler içerisindeki tek silahlı oluşum olan Demokratik Birlik Partisi (PYD) beş kentte yönetimi ele alacak ve Türkiye bütün bu süreçten habersiz olacak! Bunun olabileceğine inanmak, bu süreçte PYD ve Esad’ın olası hamlelerinin hesaplanmamış olduğunu varsaymak, son on yılda Türkiye-Erbil-Tel Aviv arasındaki ilişkilerden bihaber olmayı gerektiriyor.

Daha kritik soru ise şu: Barzani’nin Suriye Kürtlerine dönük müdahalesi, boşluğu gören bu kurnaz Ortadoğu politikacısının “Türkiye’ye rağmen” inisiyatif almasının bir sonucu olamaz mı? Bu, kuşkusuz, daha dişe dokunur bir soru…

Bu soruya yanıt vermek için en genel anlamda Barzani’nin neyin peşinde olduğunu anlamak gerek. Cengiz Çandar’a bakacak olursak Barzani şunun peşinde:

“Türkiye’nin ister Irak’ta olsun, ister Suriye’de ya silinen veya silinmeye mahkûm ‘kırmızı çizgileri’ var. Buna karşılık, şu aşamada Mesut Barzani’nin ‘silinemez kırmızı çizgisi’ söz konusu. Mesut Barzani’nin silinemez ‘kırmızı çizgisi’ ise, ‘Kürtler arasında silahlı çatışma’nın olmaması. Mesut Barzani, her ne pahasına olursa olsun, 1990’lı yılların ikinci yarısındaki ‘Kürt iç savaşı’nın bir daha yaşanmasına izin vermemeye kararlı. Ayrıca, 21. Yüzyıl’ın ilk ‘Kürt antitesi’nin başkanı olarak, bir ‘ulusal figür’ haline geldiği ve tarihe ismini böyle bırakacağı bir zaman diliminde, kendisini ‘Kürtlerarası çatışma’ya sürükleyecek hiçbir talebe olumlu karşılık veremez değil, vermez.”

Çandar gerçek bir dezenformasyon ustası! Bu analizde yalnızca Barzani’nin bütün Kürt coğrafyalarındaki Kürtlerin liderliğine oynadığı saptamasına hak verilebilir. Mesud Bey’in “Kürtler arasında bir çatışma”ya neden olacak herhangi bir talebe olumlu bakmayacağı ve bunun “kırmızı çizgisi” olduğu iddiası ise palavranın daniskası. Peşmergelerini ağır silahlarla donatmaya başlayan Barzani’nin neleri göze aldığını, bu cesareti ve de silahları nereden bulduğunu mu tartışalım?

Suriye’de ne yaşanıyor o halde? Erbil’de Kürt Ulusal Konseyi ve PYD arasındaki anlaşma imzalanır imzalanmaz, Özgür Suriye Ordusu’na göz kırpan Barzanici gruplar PYD’ye hücum etmeye başlamadı mı? Bu güçler daha birkaç ay önce karşılıklı suikastlar gerçekleştirmekle birbirlerini suçluyor muydu, suçlamıyor muydu? Sahi Türkiye basınının da çok ilgi gösterdiği Meşal Temo suikastı kimin üzerine yıkılmak istenmişti?

Çandar’ın yaklaşımına göre, Barzani işte böyle çatışmalı bir süreci önlemek ve kendi liderliği altında Suriye Kürtlerini birleştirmek için harekete geçti. Barzani’nin kurnaz bir politikacı olduğunu hesaba katmaz ve “liderlik iddiasını” bölgenin bütünün dengeleri içerisinde kurgulayacak kadar Ortadoğulu olduğunu yok sayarsanız, bu sonuca varabilirsiniz. Ancak Barzani, CIA’nın Türkiye uzmanlarından Henri Barkey’ın bu hafta içerisinde Akşam gazetesinden verdiği mesajı çok ama çok iyi bilecek kadar Ortadoğuludur: ABD, Kürtleri değil bütün bölgeyi yönetmenin derdindedir.

Yani Kürtler Barzani tarafından, başka topluluklar diğerleri tarafından yönetilebilir ama bir şartla: Hepsinin ipleri ABD’nin elinde olacaktır.

Peki, ABD Suriye’de “çatışmasız” bir ortamın mı, yoksa Kürtleri de ateş çemberinin merkezine çekmenin mi peşinde? Doğrudan askeri müdahale kararı almak başka, “çatışmasız bir geçiş” öngörmek başka... Ve dün Kofi Annan’ın istifasıyla diplomasi alanındaki vodvil artık resmen sona ermiş bulunuyor. Bundan sonra hep silahlar konuşacak, kimin gücü kime yeterse onun borusu daha fazla ötecek.

Bu gidişatta Suriye Kürtleri, şu son dönemece kadar, bir engel teşkil etmekteydi. Suriye Kürtleri, Esad karşıtı silahlı mücadele sürecine katılmayarak, emperyalizmin müdahalelerine direnç göstererek ve kendi taleplerinin arkasında durarak onurlu bir davranış gösterdi. Ancak Temmuz ayında Barzani devreye girdi ve sonucu her halükarda Suriye Kürtlerinin direnç gösteren unsurlarını hedef tahtasına koymak olan bir yolun taşlarını döşemeye başladı. Bu yolun bir noktada Özgür Suriye Ordusu milislerini, El Kaideci çeteleri, kısacası Batı’nın paralı askerlerini Suriye’nin Kürt coğrafyasına çekmeye çıkabileceğini de gayet iyi bilerek…

Şimdi Suriye Kürtlerinin Batı müdahalesine direnç gösteren kesiminin önünde duran ihtimallere bakarsak bu daha net anlaşılabilir.
Birinci ihtimal, PYD’nin Esad yönetimiyle işbirliği yaptığı iddiası üzerinden daha fazla sıkıştırılarak izole edilmesi ya da “dize getirilmesi”. Bu baskıyla açılmak istenen kanal ise açık: Kürt bölgelerinin Suriye askerlerine kapatılması ve ÖSO askerlerine açılması. Yani Kürtlerin kontrolünde bir “tampon bölge”…

İkinci ihtimal, PYD’nin Kürt bölgesindeki silahlı güç üstünlüğünün kırılması ve Barzanici Kürtlerin silahlandırılması. Bu durumda da hem Suriye ordusuyla bugün olduğundan çok daha yoğun bir çatışma yaşanması hem de ÖSO gibi başka silahlı yapılanmaların bölgeye sızması kaçınılmaz.
Üçüncü ihtimal, Kürtler arasındaki mevcut ittifakın bozulması... Bu durumda ise, PYD’ye bağlı güçler bir yandan Barzanici/ÖSO’cu Kürtler tarafından sıkıştırılacak, diğer yandan Türkiye’nin olası bir sınırötesi müdahalesi ile karşı karşıya kalacak.

Bu yollardan hangisi açılır, buna bugünden kesin bir yanıt verilemez. Ancak belli ki, gerçekleşmesi en fazla arzulanan ihtimal birincisi... Ve bunun bir varyantı daha var: Türkiye’nin kendi Kürtleriyle ilişkisi…

Çandar’ın “Barzani’nin kırmızı çizgisi bu” dediği, esas olarak birinci yol. Ancak bu ihtimalin gerçek kılınabilmesi, Türkiye’de yeni bir “açılım” rüzgarının estirilmesine bağlı. Aksi takdirde, Türkiye’nin yeni rejiminin güneyinde iki Kürt özerk bölgesini hazmetmesi mümkün değil.

“Açılım” denince akla, ister istemez Şemdinli’de on gündür süren yoğun çatışma, hapisteki Kürt siyasetçiler, aydınlar, gazeteciler, avukatlar geliyor. Ama şu soruyu da hesaba katmak gerekiyor: Bu “açılım” namlı şovlardan ilki de benzer şartlar altında gerçekleştirilmedi mi?

Çatışma, tutuklama, baskı ve saldırılar, AKP’nin “Kürt açılımı” diye kodladığı politikaların doğasında var. Aynı AKP 180 derece dönüşleri gerçekleştirmekte epey deneyim kazandı. ABD’nin bölgesel çıkarları, “yeni Osmanlı” hülyaları ya da Hüseyin Çelik’in ifadesiyle “Pembe İncili kaftan ruhu” bunu gerekli kılıyorsa yine dönerler.

Fakat ilk dönüşlerinde çuvalladılar. Belki yine çuvallarlar, kim bilir.