Türk-İş başkanına şaşırmak

1998 yılıydı. İşçiler yüksek enflasyondan eriyip duruyordu. Metal işçisine tebelleş edilen amblemi kurtlu sendikanın başkanı Mustafa Özbek “bu rakamın altına imza atarsam bilmem ne olayım” diye ağır laflar etmişti.

Sadece metal patronları değil, derini sığı devlet de arkasındaydı. Haydan gelen huya gider misali 2010 dönemecine girerken Ergenekon çuvalına kendisi de konularak tasfiye edildi ama öncesinde havası hep yerindeydi. DİSK ve Türkiye Maden-İş Sendikası’nda örgütlü metal işçilerinin patronların canını sıktığı dönemler geride kalmış, o zor zamanlarda, patronlara verdiği iyi hizmetlerin mükâfatını işkolunun neredeyse tüm büyük işletmelerine sokulan sendikasıyla iyiden iyiye almıştı. 

Buna güvendiğinden olsa gerek ettiği onca lafı yutup MESS’in Mecidiyeköy’deki binasında, dediği rakamın yarısının da altında sözleşmeyi imzalayıverdi. 

Geceyi İstanbul’da kim bilir nerede geçirmiş sendika başkanları tam bölgelerine döneceklerdi ki Bursa’da fabrikaların şalterleri birer birer inmeye, işçiler yollara dökülüp sendikadan istifa etmek için noterlere yürümeye başladı. Bir hafta boyunca on binlerce metal işçisi, sıfırı henüz atılmamış parayla on milyonlarca lira noter parası ödeyerek Türk Metal’den istifa etti. Ta ki KOÇ fabrikaların kapısına noter masaları kurdurup, vardiyaya gelen işçilerin işbaşı yapmaları için yeniden Türk Metal’e üye olmalarını şart koşana kadar. Ne patronların ne de sarı sendikacıların bekledikleri bu olay tarihe metal işçisinin 18 Eylül isyanı olarak geçti. 

Bu isyanın biraz daha büyüğü 2015 yılında yaşandı. Bu kez sendikanın başında, iki gün önce kamu kesimi toplu iş sözleşmesi çerçeve anlaşmasına Türk-İş Genel Sekreteri olarak imza atan Pevrul Kavlak vardı. Yine ne o ne de patronlar işçiden böyle bir tepkiyi bekliyordu. Tam 34 fabrikada 46 bin işçi dört aya yayılmış biçimde ve parça parça toplam 130 gün iş bıraktı. MESS’e bu isyan öncekine göre oldukça pahalıya patladı. Hem işyeri kaybetti, hem de yüz binin üzerinde işçiye kasasından milyonlarca lira ödeme yapmak zorunda kaldı.

***

Sarı sendikalar sözleşme masasına işçilerin talepleri değil, patronların ihtiyaçları doğrultusunda oturur. Bunun dışında davranan sendika sayısı bugün “birkaç” sıfatıyla işaretlenebiliyor. Türkiye’de sendikacılığın neredeyse tümden sermaye sınıfı-hükümet belirlenimine girmesi yeni değildir.

Bu nedenle iki gün önce Türk-İş başkanı Ergün Atalay’ın kamu kesimi çerçeve sözleşmesinde “işler karışacaktı” diye bakanın kulağına fısıldayarak attığı imzanın hiçbir şaşırtıcı yanı bulunmamaktadır.

Masaya en düşük ücretin 3500 liraya yükseltilmesi, birinci altı ay için 300 lira ve yüzde 15, diğer zam dilimleri için enflasyon artı 3 talebiyle oturdular, birinci altı ay için yüzde 8, diğer altışar aylar için yüzde 4’e “tamam” diyerek kalktılar. 

Ne bekleyecektik? İşgal ettikleri yeri işçilere değil hükümet ve patronlara borçlu olan bir sendikacı heyetinin masayı devirmesini mi? Eşyanın tabiatına aykırıdır.

Normal olan Türk-İş başkanının AKP’li bakan ne dilerse onu istemesidir. Çünkü burası bir sermaye cephesidir. Burada sürpriz aranmaz.

Önümüzde iki büyük sözleşme daha var. Kamu emekçilerinin toplu sözleşmesinde Memur-Sen neyse metal işkolu grup toplu iş sözleşmesinde Türk Metal odur. Biri hükümetin diğeri MESS’in sözünden dışarı çıkmayacak. Burada da sendikal sürpriz olmayacaktır.

Sürprizi işçi sınıfı yapıyor. Bazen metal işkolunda imzalanan sözleşmeye tepki verip işbirlikçi sendikaya tokat atarak, bazen kömür ocağından çıkıp sendikacıyı da önüne katıp Ankara yollarına düşerek. Bazen de sendikasını kapatmak için hazırlanan bir yasa tasarısına karşı 15-16 Haziran’da olduğu gibi şalteri indirip sokaklara dökülerek…

Sürpriz hep olacak. Esas mesele sürprizin arkasını getirmekte. Esas mesele işçi sınıfının örgütlü sürprizlerinde.