Sor bakalım niye dövdüm?

İki üst düzey Air France yöneticisinin işçilerden yediği dayak sadece Fransa’da değil, tüm dünyada gündem oldu. Olay, Fransız havayolu şirketinin yıl sonuna kadar toplam 2.900 kişiyi işten çıkaracağını açıklamasının ardından yaşandı. Haberi öğrenen işçiler Charles de Gaulle havalimanında bulunan şirketin merkez binasına geldiler ve sonra…

Sonrasında tel örgülerin üzerinden atlayarak olay yerinden kaçmaya çalışan İnsan Kaynakları Başkanı ile bir başka yönetim kurulu üyesinin parçalanmış gömlekleriyle görüntüleri var.

Fransız kamuoyunda olay “gaddar işçilerin saldırısına uğrayan mağdur patronlar” propagandasıyla işleniyor. Dahası, Air France’ın işçilere karşı sürdürdüğü ve sadece işten çıkarmalarla sınırlı olmayan asıl saldırıyı perdelemek için kullanılıyor.

Olayın hemen ardından hükümet sözcüsü, şirketin kemer sıkma politikasını desteklediklerini açıkladı. Cumhurbaşkanı Hollande da benzer bir destek açıklaması yaparak, yaşanan olayın görüşmeleri sekteye uğrattığını söyledi. Bunlar sadece “sahibinin sesi” açıklamaları değil. Kemer sıkma paketinin önümüzdeki günlerde havayolu emekçilerine çok daha büyük bir şiddetle dayatılacağı anlaşılıyor.

O nedenle, De Gaulle havalimanında kimin saldırdığı, kimin kendini savunduğu tartışılır.

Öncesi de var.

2012 yılında hükümet, pilotların yapacakları grevleri 48 saat önceden ilan etmelerini zorunlu kılan bir yasal düzenlemeyi parlamentoya getirdi. Diğer sektörler için de örnek olacak bu düzenlemeyle Fransız sermayesi, işçi haklarına yönelecek her yeni hamlede karşı karşıya kalacaklarından emin oldukları grevleri etkisiz birer silah haline getirmeyi amaçladı. Greve tedbire havayolu emekçilerinin yanıtı yine grev oldu. Uçaklar bir hafta uçmadı.

2013 yılında ise Air France, düşük maliyetli havayolu şirketleriyle rekabet edemediğini ileri sürerek, kısa ve orta mesafeli uçuşlarda ağırlığı, grubun diğer bir şirketi olan Transavia’ya kaydıracağını açıkladı. Kurtarma paketi olarak sunulan plan, mevcut duruma göre daha düşük haklar içerecek sözleşmeleri gündeme getireceğinden pilotlar sendikası tarafından tepkiyle karşılandı. Eylül ayında pilotların yaptığı iki haftalık grev, planı ortadan kaldırmasa da bir süreliğine ertelenmesine neden oldu.

Fransa’nın en büyük işçi konfederasyonu CGT’nin Başkanı Philippe Martinez, geçtiğimiz gün verdiği röportajda Air France’ın geçmişte de hep benzer kurtarma planları sunduğunu ve tamamının işten çıkarmalarla sonuçlandığını söylüyor. Bugün olan da bu. 300’ü pilot, 900’ü uçuş, 1.700’ü pist görevlisi olmak üzere 2.900 havayolu emekçisini kapı önüne koyacak “kurtarma planı”.

Planların kimi kurtardığı açık olsa gerek. Saldırının kime yapıldığı da…

Tüm Avrupa’da sermayedar sınıf, Margaret Thatcher’la başlayarak işçi sınıfına çeşit çeşit “planlar” sundu. İşçi hareketi ise bu planlar karşısında hep savunmada kaldı. Sürekli kazanılmış hakları korumaya, bunu da meşhur sosyal diyalogculukla yapmaya çalışmak işçi hareketine yeni bir dinamizm getirmedi. Avrupa’da gelişmiş kapitalist ülkelerin işçi sınıfları, reel sosyalizmin varlığına borçlu oldukları kazanımlara bir bir veda etti. 2015 yılındayız ve artık bu huruç harekâtı tamamlanıyor.

Arada rast gelen işçi dayağı ise Hollande’ın dediği gibi en fazla “diyaloğu sekteye uğratıyor”. Oysa işçi sınıfına kapitalizm içindeki çözüm arayışlarından daha fazlası gerekiyor. O da başka bir yazının konusu olsun.