Siyasi grev

Ankara Garı’nda patlayan bombanın üzerinden neredeyse iki hafta geçti. Öfkenin acıyı bastırdığı nadir zamanlardan geçiyoruz.

Öfkeleniyoruz ama kötü olan galiba alışıyoruz. Siyasetin kanla dizayn edilmesine ve sırf bunun için her gün bir başkasının ölmesine alışıyoruz.

Patlamanın olduğu yere bırakılan karanfillerin üzerinde tepinen hayvana, maç başlarken yapılan saygı duruşunda tekbir sesleriyle tribünden böğüren hayvan sürüsüne öfkeleniyoruz öfkelenmesine ama galiba biraz da bu hayvanlığa alışıyoruz.

Kemal (Okuyan) ve Mehmet (Kuzulugil) geçen hafta iki ayrı gün buradan hatırlattılar ve haklılar. Ölümlere alışmamalı, alışanla kavga etmeliyiz. “Kendilerini patlattılar” diyen vicdanı kurumuşla da vicdanı sızım sızım “ne gelir elden” diyenle de…

***

Başka şeylere de alışıyor, Türkiye tarihinin bu en kanlı terör eylemi sonrası yapılan grevde yaşamın durmamış olmasına hiç şaşırmıyoruz örneğin. Hadi haksızlık etmeyelim, kararı alan sendika ve meslek örgütlerinin ülkede yaşamı durdurabilecek güçleri yok, bunu biliyoruz. Ama eldeki örgütlülüğün bile harekete geçirilememesine ne diyoruz?

Galiba lafta kalan grev kararlarına alışıyoruz.

11-12 Ekim tarihinde DİSK-KESK-TMMOB ve TTB’nin aldığı iki günlük grev kararı da böyle oldu. Genele yapılan bir “siyasi grev” çağrısı, bir kez daha lafta kaldı. Ya da “lafta kalması kaçınılmaz” olan bir “siyasi grev” kararı alınmıştı.

Ve aslında bu ilk kez olmuyor.

Haziran günlerindeki grev kararlarını hatırlayın. İlk ikisi direnişin sıcaklığında, üçüncüsü Berkin’in acısında alınan genel grev kararlarının da akıbeti aynı olmuştu. Yüzbinlerce emekçi gece yarılarına kadar sokaklarda yürür, “hükümet istifa” sloganı atarken, DİSK ve KESK greve katılan(!) üyeleriyle Şişli ve Tarlabaşı’ndan kitlesel(!) yürüyüş ve basın açıklaması gerçekleştirmişti. Berkin’in cenazesinde milyonlar İstanbul’u durdurmuşken fabrikaların bacaları tütmeye, belediye otobüsleri çalışmaya devam etmişti. Soma katliamını protesto etmek için yapılan 15 Mayıs 2014 tarihli genel grev ile 4 Şubat 2010 tarihli Tekel işçileriyle dayanışma grevi de böyleydi.

Grev, ciddi iştir. Sorumluluğu büyüktür. Öyle olmalıdır. İyi örgütlenmiş etkili bir grev işçilerin kazanılmış haklarına karşı yapılan bir saldırıyı püskürtebilir ya da yeni kazanımlar elde edilmesini sağlayabilir. Etkisiz, başarısız grevin ise faturası ağır olur. Sermaye sınıfı, kârın kaynağına yönelen bu eylemin başarısız olması için olanca gücüyle savaşır, sonuç alırsa mutlaka bedel ödetir.

Siyasi grevler için de durum benzerdir. Etkili olursa karşı cephe geriler. Türkiye’de sınıflar mücadelesinde bunun örnekleri var. 15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişi, 1976 DGM direnişi, 1978 faşizme ihtar eylemleri hatırlanabilir ve her biri etkili siyasi grevlerle birlikte yaşanmıştır. Tamamı, dönemin siyasetini dizayn eden egemenlere soğuk terler döktürmüştür.

Etkisiz eylemin sonucu “yaptık olmadı, sonrakine bakalım” şeklinde olmaz. Bedeli olur. En hafifi karşı cepheye güç verir. Bugün, bırakın toplum genelinde üyeleri nezdinde bile karşılık bulmayan “genel grev” çağrıları, karşı cephenin cesaretini arttırıyor.

Bunu yapmaya kimsenin hakkı yok.

Buna alışmaya da...