Sendikal kriz-II: Çıkmaz sokakta sendikacılık

“Sendikal çıkmazın daha fazlasını tartışacağız” diye bitirmiştik geçen haftaki yazımızı. Kaldığımız yerden devam edelim.

İşçi sınıfında, çalışma koşullarından, ücret düzeylerinden, işsizlik sorunundan ve ülkedeki siyasi tablodan kaynaklı önemli bir hoşnutsuzluk biriktiğini bir süredir ifade ediyoruz. Bu hoşnutsuzluğun kendisi, sendikaların derinleşen krizini aşabilmesinde çok önemli bir fırsat yaratıyordu. Oysa sendikalar işçi sınıfının biriken hoşnutsuzluğunun yarattığı örgütlenme zemini üzerinde tepinip duruyor.

Sendikal kriz derinleşiyor. Daha kötüsü bu kriz yokmuş gibi davranılıyor. Çaykur grevi yenilgisinin üzerinden henüz günler geçmişken, “hangi sendikacı gidecek, hangisi kalacak” kavgasının başlaması başka nasıl açıklanabilir?

Türk Hava Yolları’nda işten atılan 305 işçinin işe iade talebi yeni dönem toplu iş sözleşmesinde grev maddesi olarak ilan edildikten sonra, grevin örgütlenmesi için en az 305 gün varsa ve bu süre zarfında grev bugünkü halinden kat be kat etkili örgütlenemiyorsa, ortada kriz yokmuş gibi davranılıyor demektir.

Sendikalar bir adım ileri taşınacaksa, öncelikle “durumun idare edilmesine” karşı mücadele edilmelidir.

2013 1 Mayısı’nı hatırlayalım. “Taksim AKP ile hesaplaşmadır” denildikten sonra işçilerin Taksim 1 Mayısı’na katılımı için ciddi bir çalışma yapılmamasının ve İstanbul içi sayılabilecek mesafede, Gebze’de başka bir kutlama tertiplenmesinin en hafif deyimle samimiyetsizlik olduğu daha önce bu köşede dile getirilmişti. Meselenin konumuzla ilişkisi, 1 Mayıs savurganlığının sendikalara artık güç katmıyor olmasıdır.

Durum idare edildikçe krizi aşma şansı da ortadan kalkmaktadır.

DİSK Olağanüstü Genel Kurulu bunun başka bir örneği oldu. Olağanüstü Genel Kurul, DİSK yönetimini belki de dönemin en etkisiz bileşimine teslim etti. DİSK’in içindeki diri sendikaların arasında yaşanan erozyon ise bu kongrenin bir diğer maliyeti oldu. Buna rağmen Olağanüstü Genel Kurul’un “taşeron cumhuriyetini yıkacağız” iddiasını taşıyan bir DİSK ortaya çıkardığını düşünenler var. Şayet böyleyse, bu iddia öncelikle lastik fabrikalarındaki yüzlerce taşeron ve sözleşmeli işçinin “güvencesizliğinin” ortadan kaldırılmasına yönelik bir mücadele ile ortaya konulmalıdır. Bu olmuyorsa, sendikalarda durumun idare edildiği örneklere bir yenisi, bu sefer “güvencesizlikle mücadele” adı altında eklenmiş olacaktır.

İşçilerde örgütlenme için uygun zemin yaratan hoşnutsuzluk en yoğun metal sektöründe yaşanıyor. Devlet-sarı sendika-patron üçgenine sıkıştırılan metal işçileri bir süredir hareketli günler geçirmektedir. Metal işçileri arayıştadır, ama bu temkinli bir arayıştır. Bu arayışın akabileceği yegane kanal Birleşik Metal-İş’te var olan temkinlilik hali ise, sadece sektörde değil, bir bütün olarak sendikal hareketin krizden çıkışı adına önemli bir fırsatın kaçmasına neden olmaktadır. Metal işkolunda Türk Metal krizdedir ve bu krizin üzerine gitmek yerine durum idare edilirse, işkolunda sermayenin işçiler üzerinde uzun yıllara yayılacak yeni ve daha güçlü bir tahkimat oluşturacağı kesindir.

Sendikal Güç Birliği Platformu ise ortalıkta görünmüyor. Platform, Türk-İş içinde yeni bir sendikal anlayışa imza atma iddiası ile ortaya çıkmıştı. Oysa şimdilerde üye sendikalarının kimi yöneticilerinin, olası Türk-İş kongresinde olası ittifak arayışları içinde olmasına tanıklık ediyoruz. CHP burada hem mevcut Türk-İş yönetimine hem de Güç Birliği’ne göz kırpıyor. Kılıçtaroğlu kâh Pevrul Kavlak elinden plaketler almakta, kâh İstanbul’a gelip platformun başkanları ile yemekli toplantılar yapıyor. Türk-İş muhalefetinin, sendikal-siyasal dengelere bakarak ve onları kullanarak Türk-İş yönetimi içinde işbirliği yapacak unsurlar araması, dengeciliğin ne kadar tehlikeli noktalara varabileceğinin de göstergesidir. Sendikalarda dengecilik, denizi bitirmektedir.

KESK’in gündemi ise bambaşka. Orada tercih akillikten yana yapıldı. 5 Haziran’da alınan iş bırakma kararı umut verici olsa da, gericilik, piyasacılık ve güvencesizlik başlıklarındaki mücadele, KESK’in genel rotasının arkasında kaldıkça, sendikaların kamu emekçileri ayağındaki kriz daha da derinleşmektedir.

Bu kadarı, mevcut durumu ortaya koymak için sanıyorum yeterli.

Umutsuz, çıkışsız bir tablo çizmek değil muradım. Aksine, Türkiye sendikal hareketinde yeni bir atılımın mümkün olduğuna inananlardanım. Ama sendikal krizin güncel bağlamını konuşmayı erteleyip durmak, durumu idare etmek suçunu hep birlikte işlememize neden oluyor.

[email protected]