Milli mutabakat ve piyasacı darbe girişimi

Dün cemaatin patron örgütü TUSKON üyelerine yönelik beklenen operasyon yapıldı. Birçok tanınmış patron gözaltına alındı, şirketlere ve malvarlıklarına el konuldu. TUSKON’un başındaki isim Rızanur Meral, derneğin 2014 yılında yapılan genel kurulundaki konuşmasında, Erdoğan’ın “inlerinize gireceğiz” tehdidine karşı “yakın gelecekte kimlerin inlerde yaşadığını, kimlerin saklanacak in arayacağını, kimlerin müsvedde kimlerin asıl olduğunu herkes görecek” efelenmesiyle hatırlanacaktır. Salondaki patronlar bu sözleri neredeyse oturdukları koltukların üzerine çıkarak alkışlamıştı. Şimdi koltuk üstündeki patronlar ters kelepçeli olarak sorgudalar. Meral de firari…

Bunların ortaklığını her fırsatta dile getiriyoruz, bir kez daha hatırlatacağım. TUSKON’un bundan bir önceki genel kurulunda Erdoğan şeref konuğuydu ve aynı kürsüden o gün ev sahiplerini “sırtını belli çıkar çevrelerine değil millete yaslayarak büyüdünüz” diye övüyordu. 

Eski ortak olabilirler, ama inine girilenin şiddet göreceği kesin. Gülencilere yönelik şiddetin gözaltı ve tutuklamalardan daha çok mülkiyete el koymalarla arttığı görülüyor. Aslında yapılan kapitalizmin en kutsalı olanına, “mülkiyet hakkı”na dokunmak anlamına geliyor. Bunun baş ağrıtacağı kesin olmakla beraber, patron sınıfımız şu günlerde fırsatçılığı başa yazmaktadır. 

Fırsatçılık, tasfiye edilen iktidar kanadının üzerinde tepinmekten ibaret değil. Çok daha büyük bir piyasacı operasyon sürüyor ve Türkiyeli patronlar bu fırsatı sonuna kadar değerlendirmek istiyor. Bu operasyon adlı adınca, sermaye sınıfının emekçi sınıflara yeni piyasacı darbe girişimidir. Onlar buna “milli mutabakat” diyor.

Milli mutabakat bir demagojiden ibaret. Haber programlarında aralıksız devam eden cemaatten şeytan çıkarma ayinleri, gözaltı-tutuklama-görevden alma operasyonlarının birer “bu günün sürpriz ismi falanca” haline gelen ikinci sınıf magazin programı izlencesine dönüşmesi, darbe gecesinden her gün yeni bir hikâyenin dizi film tadında “izleyicilerle buluşturulması”, bunların her biri bu demagojiyi canlı tutmayı amaçladığı kadar süren piyasacı darbenin perdelenmesine de yarıyor.

Çıkarılan KHK’ların, apar topar oylanan torba yasaların, genelge ve tebliğlerin dağılan devlet mekanizmasını toparlayabileceğinden iktidar partisi bile emin değil. Ama aynı düzenlemelerin sermaye sınıfına bu güne kadar görülmemiş ölçekte yapılacak olan kaynak aktarımı güvenceye aldığı konusunda kimsenin şüphesi bulunmuyor.

Niye olsun ki?

Torba yasa meclisten geçti geçecek. Geçtiğinde “Türkiye Varlık Fonu” denen bir fon kurulacak, bu fon başbakanlığa doğrudan bağlı olacak, bütçe denetimine tabi falan tabi olmayacak. Tasarının öngördüğü teşvik düzenlemesine göre “stratejik yatırım” yapan şirketler kurumlar vergisi vermeyecek. Bu şirketlerin enerji tüketiminin yarısı 10 yıl boyunca devlet tarafından karşılanacak. Kullandıkları yatırım kredisi için 10 yıla kadar faiz ve kar payı desteği verilecek. Çalıştırdıkları nitelikli personel için asgari ücretin 20 katına kadar ücret desteği yapılacak. Aynı torbanın içindeki özelleştirme düzenlemesiyle yüzün üzerinde kamu kurumunun satışa çıkarılacak. Satışlar ihale yasasına tabi olmayacak.

Fazlası var. BES Meclis’ten geçti. Yasa Resmi Gazete’de yayınlandıktan sonra 45 yaşın altındaki her çalışandan ücretinin %3’ü kadar prim kesilecek. Bu fonla oluşturulacak kaynak miktarı 90 milyar liraya ulaşacak.

Hemen ardından belediyelere aktarılacak yeni kaynaklar gündeme geliyor. AKP’nin hızla Meclis’e getireceği tasarıyla belediye bütçelerine çeşitli vergi kalemlerinden yaklaşık 40 milyar lira kaynak aktarılması hedefleniyor. Belediyeler AKP’nin en sağlam örgütleri olduğunu darbe girişimi sırasında kanıtladılar. Toplumsal ağırlıklarından öte birer piyasa aktörü olan belediyelere aktarılacak bu para en başta belediyelerle çalışan müteahhitlerin kasasına girecek.

Bu düzenlemelerden hangisi herhangi bir darbe döneminin dışında hayata geçirilebilirdi? Yaşadığımız dönem gerçek anlamıyla piyasacı darbe dönemidir.

KOÇ kardeşler Külliye’de, Sabancılar Çankaya’da bu nedenle ağırlanıyor. Aydın Doğan bu yüzden Hürriyet Gazetesi’ni Sabah’a dönüştürüyor. Ahmet Hakan bu nedenle sahibinin sesi olarak Erdoğancılık yapıyor.

Hepsi bir kenara, şu milli mutabakatın bir piyasacı darbe anlamına geldiğini en dolayımsız itiraf eden bir bankanın genel müdürü oldu. Finansbank Genel Müdürü Ömer Aras darbe girişimi ve sonrasını şöyle anlamlandırdığını söylüyor: “15 Temmuz darbe girişimi 1999 depremine benziyor. Nasıl orada yapıları yeniledik ve güçlendirdik, şimdi de devleti sağlam temellere oturtan yapıyı kuracağız”.

Depremden sonra güçlendirilen binalar değil, müteahhitlerin kasaları oldu. Şimdi de öyle. Devleti sağlam temellere oturtma şansları bulunmuyor. 4 Eylül’de Kartal’da yapılacak miting bu nedenle çok önemli. Miting, milli mutabakat adı altında piyasacı darbe girişimini hedefe koyacak. Bir başka ifadeyle darbeye gerçek ses buradan çıkacak. Buna ihtiyacımız var. En başta sağlam temellere oturmayan yapının emekçilerin üstüne çökmemesi adına güç biriktirmek için…