Güvende miyiz?

Atatürk Havalimanı’nda kalaşnikoftan sıkılan merminin, yolcuların üzerine fırlatılan el bombasının ve cihatçı yaratıkların bedenine sardığı bomba düzeneğinin MİT tırlarının içindekiler olduğunu söylemek için ne türden bir kanıta ihtiyacımız var artık? Erdoğan o tırların önüne yatarak suçu ortadan kaldırmadı, suç ortaklığını tescil etti. Şimdi bombalar patlamaya devam ediyor ve her patlayan bombada hükümetin masumiyeti en fazla tırdaki konteynır kapağının gizleyebildiği kadar oluyor.

Ölü ve yaralı sayısının hükümetin aldığı önlemler sayesinde fazlaca artmadığını söyleyecek kadar alçalan yandaşları da suç ortaklığına eklemek durumundayız. Onlar ayrıca, geçtiğimiz Aralık ayında Sabiha Gökçen apronunun havan mermileriyle vurulmasında dezenformasyon görevini harfiyle yerine getirdikleri için de listenin başındalar. “Apronda nedeni bilinmeyen patlamalar” olarak geçilen saldırı bu sayede günlerce gizlenebildi. Ne de olsa saldırıda ölen tek kişiydi ve o da geceleri ek iş olarak uçakları temizleyen bir kadın işçiydi.

***

Her şey ters yüz olmuş durumda ülkede. Sağlıkta dönüşüm hasta ediyor, eğitim reformu imam-hatiplerle cahilleştiriyor, asgari ücret yükseliyor ama işçi daha fazla yoksullaşıyor. Neredeyse bütün alanlara sirayet eden bu durum, AKP’nin her başlıkta sermayenin çıkarlarını gözetmesinden kaynaklanıyor. Bu aynı zamanda sermaye için, tüm kamusal hizmet alanlarında geniş bir piyasa mekanizması ve muazzam bir kâr kaynağı yaratması anlamına geliyor. Kemal Okuyan, soL’da dün yayımlanan yazısında güvenlik alanındaki pastanın da büyüklüğüne işaret ediyor ve çarkın Para-Siyaset-Para ve Siyaset-Para-Siyaset biçiminde döndüğünün altını çiziyor.

İşte bu yüzden güvenlik başlığında da gerçeklik tersinden işliyor. Askeriyle, polisiyle, özel güvenliğiyle devasa bir ordu, milyarlarca liraya varan güvenlik harcamaları ve kaynak aktarımı söz konusuyken kimin güvende olduğu sorusu ortada duruyor.

Bakın aşağıdaki tabloda AKP döneminde güvenlik hizmetleri (polis bütçesi olarak da okuyabilirsiniz) için bütçeden ne ölçüde kaynak kullanıldığı görülüyor.

2015 yılında 26 milyar liraya dayanmış bir iç güvenlik harcaması söz konusu olan ve 10 yıl öncesine göre devlet bütçesinden polise ayrılan payın %28 oranında artmış olduğu anlamına geliyor. Bu bütçe, aynı yıl itibariyle yaklaşık 23 milyar lira olarak gerçekleşen askeri savunma bütçesinden  (asker bütçesi) daha yüksek.

Birkaç başka veri daha verelim. Son 10 yıl içine bütçeden “Güvenlik ve savunmaya yönelik mal, malzeme ve hizmet alımı” adı altında harcanan para miktarı 39 milyar lira. Bunun dışında “Gizli hizmet giderleri” adı altında 2015’te bütçeden yaklaşık 2 milyar lira kullanıldı. Bu harcamanın bütçedeki tüm mal ve hizmet alımları içindeki payı bahsettiğimiz 10 yılda yüzde 1,9’dan 4,9’a yükseldi. Mesela MİT tırlarının masrafları bu kalemin içinde “gizli” olabilir mi, bilinmiyor.

Üstüne 260 bini polis, 241 bini profesyonel asker, 245 bini özel güvenlikçi olan ve sayısı neredeyse 1 milyona dayanmış güvenlik ordusunu ekleyin.

Peki ya gerçekten güvende miyiz?

Ülkenin etrafı ateş çemberinde, içerisi terör tehdidi altında ve onlar bu devasa tedbirlerin güvenlik için olduğunu söylüyorlar.

Hiçbirimizin güvende olmadığı bir kez daha ve bu kez Atatürk Havalimanı’nda ortaya çıkmadı mı?

O zaman bu seferberlik kimin güvenliği için?

xxx

Saldırının olduğu günün sabahında havayolu işçileri #direnhavacı Facebook hesabından bir açıklama yayınladı. Üzgün ama öfkeli olduklarını dile getiriyorlardı. Ölümleri olduğu kadar patlamanın üzerinden henüz birkaç saat geçmişken “hadi çalışmaya” denmesini de kabullenemediklerini söylüyorlardı. Ve açıklamayı şu çağrıyla bitiriyorlardı: “Havayolu emekçileri olarak tüm emekçileri bombalardan uzak, aydınlık bir dünya kurmak için örgütlü mücadeleye çağırıyoruz”.

Biz de, siyaseti parayla parayı siyasetle buluşturanların değil, sadece emekçi halkın güvende olacağı bir ülke için bu çağrıyı büyütmeye devam edeceğiz.