Duvar süsü

Burjuva siyaseti geçmişte daha fazla lider imajı işiydi sanırım. Yani parti liderinin imajı önemliydi. Demirel “baba”, Ecevit “Karaoğlan”, Özal “tonton”, Çiller “ana”ydı mesela. En mütevazisi diye bilinir, Erdal İnönü’nün bile bir imajı vardı. Ülke siyasetinde gelmiş geçmiş en “imaj lider” ise Uzan’dı. Beyaz gömleğinin uzun kollarını dirseğine kadar katlayıp sol eli kürsünün üstünde, sağ elinin işaret parmağını seçmene sallayarak konuşması yok muydu… Eline kimse su dökemedi.

Şimdilerde böyle lider imajı tek başına pek tutmuyor. Haziran’da halkın isyanı en çok da bir diktatöre dönüşmüş lidere karşı değil miydi? Diktatöre başkaldırmış halkın, sonrası için istediği son şey yeni bir güçlü liderdi. Büyük halk kitlerinin hareketine hiç alışkın olmayan düzen siyasetinin de ne böyle bir lider yaratma, ne de talepleri kucaklama şansı vardı. Bu yüzden olsa gerek, Haziran’dan sonra kimse tek başına lider imajına oynamadı. Oynayan varsa da belli ki sonuç alamadı.

Sağı geçelim. Kabataş’ta türbanlı bacının üzerine işeyen deri pantolonlu adamlar fantezisine inanan kalabalık için siyaset, g..tünün kılı olunabilecek liderlerle sürüp gidecek. Ülkenin aydınlık günleri, emekçilerin eşit ve özgür geleceği bu kitlenin dışında kalan halkla kurulacak.

Solda ise durum başka. Bugün bir değil iki sosyal demokrat partimiz var, ya da düzen solunda artık iki parti diyebiliriz, orada lider imajının ötesine geçen bir konsepte ihtiyaç duyuluyor. İmdada emek/emekçi yetiştiriliyor. Konseptin sloganı birinde “Emek en yüce değerdir”, diğerinde “Büyük insanlık” oluyor.  Sonra ya bir şantiyede sabah kahvaltısında, ya bir tekstil atölyesinde öğle yemeğinde onunla buluşuluyor. Selfiler çekiliyor. Samimi sohbetler ediliyor. “Ben de aslında bir işçiydim…” tadında mevzu uzayıp gidiyor. Velhasıl bu iki sosyal demokrat partimizden, reklamcıların popüler terimiyle tam bir “lansman” çalışması izliyoruz iki seçimdir.

Şaşılası mı? Niye öyle olsun? Düzen solunun emeği konu etmediği dönem hiç olmadı ki. Ama hep sınırları oldu. Çünkü düzen solu devrimci değildir. Düzen solu sağa bulaşıktır, önce sermayeye bağlıdır. Bu sınır düzen solu için emeği en fazla “duvar süsü” haline getirir.

Buna değil ama bir cümle düzen dışı solun bu resmin arkasına dizilmesine şaşırmak gerekir.

Demek ki işe yarıyor. Başında baret, üstünde sarı önlüklü işçilerle şantiyede kalasın üzerinde zeytin peynir yiyip çektirilen selfiler “büyük insanlık” konseptine yerleştirilebiliyor!

Bu işte bir sorun yok mu? İşçiler-emekçiler sol siyaset için “temel özne” mi, yoksa “bir de onlar var” kategorisinde ele alınacak bir toplumsal katman mı? İşçi sınıfı iktidara taşınacak temel güç mü, yoksa seçimden seçime yanında olunduğu hatırlatılacak kimlik kategorilerinden biri mi? Duvar süsü derken bundan bahsediyoruz.

Karaoğlanlı ortanın solu bile emek-sermaye uzlaşmasında “düzen değişikliği” öneriyordu. Büyük insanlıkmış! Emek en yüce değermiş!... Geçiniz.

Bizim bildiğimiz büyük insanlık başka. Onun programında eşitlik ve özgürlük birlikte yazmaktadır. Bizim bildiğimizde esas olan emek-sermaye çelişkisidir.

Bunlar çok mu tarihsel? Bugünün büyük insanlığının çok daha acil ihtiyaçları mı var?

Mesela bugün o acil ihtiyaç, boğazına kadar suça batmış bir iktidarla seçim sonrası gerekirse koalisyon kurabilme “esnekliği” midir? Suriye’yi kan gölüne çeviren ABD ile, onun ve bizdekinin tetikçisi ÖSO ile bölgenin yeniden dizaynının parçası olabilme becerisi midir? Siyasette Medine Sözleşmesi’nin, toplumda Said-i Nursi’nin referans haline getirilmesi midir?

İşte bunlar duvar süsü değildir.

Bizim bildiğimiz büyük insanlık, bugün bunlarla ve daha fazlasıyla mücadele etmeyi gerektirir.

Bizim bildiğimiz büyük insanlık Nazım Hikmet’in dizelerindeki gibidir:

“…Ama umudu var büyük insanlığın

                               Umutsuz yaşanmıyor”

Umudu duvar süsü yapmayın.

Patronsuz, sömürüsüz, eşit bir düzeni kuracak büyük insanlığa İNANIN!