Direniş de sınıf da bölünmemeli

Pazar günü Taksim’de o muhteşem kalabalığın arasındaydım. Yüz binlerce insan… Ellerde çeşit çeşit bayraklar… Genci yaşlısı sel olup aktılar meydana…

Mitingi birlikte izlediğim arkadaşlarımın arasında bir psikiyatri uzmanı doktor da vardı. Kitlenin coşkusunu, insanlarda yeniden oluşan güven duygusunu, ikinci haftaya giren eylemlere her geçen gün katılımın nasıl da arttığını konuştuk.

Şu sıralar Tayyip Erdoğan’ın gerilimi arttırmasının altındaki nedenler merak ediliyor. Psikiyatr dostumun bu konudaki değerlendirmesi bana oldukça çarpıcı geldi. Dostum, Başbakan’ın Gezi Parkı olaylarının başlamasından buyana “ego zedelenmesi” olarak tanımlanan bir rahatsızlık geçirdiğini söylüyor.

Ego zedelenmesi, egosu yüksek kişilerde, egosunu besleyen etmenlerin ortadan kalkması ya da tersine dönmesi durumda görülen bir kişilik bozulması olarak tanımlanıyor. Ego zedelenmesine uğrayan kişi saldırganlaşıyor, çoğu durumda kontrolünü kaybediyor. Kontrolünü kaybettikçe daha fazla saldırganlaşıyor. Doktorlar böyle söylüyor.

***

Mitingden döndüm, televizyonu açtım. Ankara’ya dönen ve havalimanından itibaren neredeyse her durakta durdurduğu otobüsün üzerinden konuşma yapan Başbakan’ı canlı yayında yakaladım. Kendisini, doktor arkadaşımla yaptığımız sohbeti hatırlayarak dikkatle dinledim.

Başbakan, “CHP zihniyeti pisliktir” diye muhalefete, “Hakaret edenlere haddini bildirmek yine bu milletin görevidir” diye sanatçılara, “Bu milletin iktidarına saygı duymayanlar bunun bedelini ağır öderler” diyerek halka saydırıp durdu.

Ankara’da iki gün önce otobüsün üzerinden edilen bu küfür ve aşağılamalara mutlak suretle gaz, tazyikli su ve cop eşlik etmek durumundaydı. Öyle de oldu. Bu yazı yazılırken Taksim Meydanı’nda yeni bir polis müdahalesi başlamıştı.

Elbette yaşananları Tayyip Erdoğan’ın psikolojik problemlerine bağlayarak değerlendirecek değiliz. Başbakan’ın psikolojisinde “ego zedelenmesi” yaşandığı doğru olabilir ama “kendi fıtratında” faşistlik olduğundan bu ülkedeki milyonlarca insanın şüphesi kalmamıştır.

***

Bu sabah Taksim Meydanı’na yapılan müdahale, şiddetin sokakta ve meydanlarda devam edeceğini gösteriyor. Bir başka şiddet uygulamasının ise ideolojik alanda yaşanacağı ortaya çıkmış durumda. Başbakan’ın tüm açıklamaları bunu gösteriyor. Gerici söylemlerin artması, muhafazakâr tabanın şimdilik harekete geçirilmese bile el altında bulundurulacağına işaret ediyor.

İdeolojik şiddetin etkisi, Haziran İsyanı’nın işçi sınıfı ile ilişkisi açısından da son derece önemli. Rengini çalmasa da sınıfın bütün katmanları hareketin içinde yer alıyor ancak İsyan’ın doğrudan bir işçi sınıfı karakteri bulunmuyor. Bu konuda sendikaların bıraktığı muazzam bir boşluk var.

Hareketliliğin, birkaç örneğin dışında henüz işyerlerine taşınamamış olması bir vaka. Oysa farklı biçimlerde ve yaratıcılıkta tepkilerin işyerlerine taşındığı örnekler yaratılabiliyor. Plaza çalışanlarının NTV protestosu, müşteri ve çalışanların birlikte gerçekleştirdikleri AVM protestoları, kimi fabrikalarda vardiya çıkışlarında yapılan yürüyüşler bu kapsamda etkili ancak yaygınlık açısından sınırlı eylemler olarak kaldı.

AKP, hareketin bu zayıf noktasına yüklenebilir. Sendikalar içerisinde elinin altında bulundurduğu kimi merkezleri harekete geçirebilir. Cemaat örgütlenmesi başta olmak üzere gerici ideolojinin işçi sınıfı içerisinde kapladığı alan AKP’nin bu konuda elini güçlendirebilir.

Halkın sokaklarda sergilediği tavrı, sırf muhafazakâr işçilerin tepkisini çekmemek için işyerlerine taşımak istemeyen sendikacılar bir kez daha düşünmek zorundalar. Tepkilerin, hükümetin kıdem tazminatı, kiralık işçilik, taşeron düzenlemeleri adımları ile bağlantısını kurmamaya devam ettikleri sürece, çekindikleri kitle, karşılarına daha güçlü bir şekilde dikilirse her şey için çok geç olabilir.

Bugün gerçekleştirilen Taksim müdahalesi, aynı zamanda direnişi bölme girişiminin de bir parçası olarak kurgulanmış. Bu oyun mutlaka boşa çıkacak. AKP’nin aynı şeyi işçi sınıfının içinde yapmasına ise baştan izin verilmemeli.

[email protected]