Cumhuriyet ve işçiler

“Gecelerinde aç yatmadığımız, gündüzlerinde sömürülmediğimiz bir Cumhuriyet istiyoruz.”

İşçilerin, 29 Ekim Boyun Eğmeyenlerin Kadıköy Mitingi’ne çağrısı böyleydi.

İnşaat işçileri, öğretmenler, sağlık emekçileri, Ankara’dan Ostim işçileri, DHL direnişçileri, çoğunluğunu ücretlilerin oluşturduğu mühendis-mimar-şehir plancıları, hep birlikte yürüdük Salı günü. Hep birlikte, kürsüden konuşan Yatağan işçisini dinledik.

Cumhuriyet’in 90 yılından geriye yoksulluk ve sömürü kalmışsa, işçiler elbette yeni bir Cumhuriyet isteyecek.

İstemekle kalmayacak, o yeni Cumhuriyet’in kurucusu olacak!

***

Zenginlik ve yoksulluk!

90 yıl boyunca bu ikisi hep birlikte var oldu.

Koç ve Şahenk 8’er milyar, Sabancı kardeşler 7’şer milyar, Ülker 4 milyar servete sahip… Ekonomist dergisinin açıkladığı “En zengin 100 Türk” listesinde tanık olduğumuz zenginlik bu boyutlarda.

Diğer tarafta ise AKP’nin, Cumhuriyet tarihinin en yüksek düzeyine getirdiğini iddia ettiği 803 lira 68 kuruş olan asgari ücret var.

Nüfusun en zengin yüzde 10’u toplam gelirin yüzde 31’ini, en yoksul yüzde 10’u ise sadece yüzde 2,2’sini alıyor.

TÜİK’in tartışmalı verileri zenginlik-yoksulluk uçurumunu ancak bu kadar gizleyebiliyor.

Pastanın en büyük dilimini alanlar, Cumhuriyet kurulurken ve sonrasında tahkim edilirken semirdiler. Birinciyi yıkıp, ikincisini kurmaya karar verdiklerinde ise onlara yenileri eklendi.

Onlar 90 yıl boyunca malı götürdüler. Cumhuriyet’i de beraberinde götürerek elbette…

***

Cumhuriyet’i kemiren sınıfsal tercihlerdir.

İlk İş Kanunu’nun hikâyesi böyledir örneğin. Cumhuriyet’in kuruluşunun hemen ardından, genç Meclis’in gündemine tüm işçiler için geçerli olacak umumi bir iş kanunu geliyor. Yasa, gündemden tamamen düştüğü 1926 yılına kadar Meclis’te dönüp duruyor. Meclis’in, iş kanununu rafa kaldırmasıyla, borçlar hukukunu düzenleyen, özü itibariyle kapitalist mülkiyet ilişkisini ve kapitalist özel hukukun hükümlerini belirleyen iki yasayı, Borçlar Kanunu ve Medeni Kanun’u kabul etmesi ise aynı yıla denk geliyor.

Bundan bir yıl önce Ticaret ve Sanayi Odaları Kanunu, bir yıl sonra ise Vehbi Koç’un fazlaca yararlandığı Teşvik-i Sanayi Kanunu Meclis’e geliyor ve yasalaşıyor.

Tüm işçiler için geçerli olacak İş Kanunu ise ancak 1936 yılında yasalaşabiliyor.

İlk İş Kanunu Cumhuriyet’in ilanından 13 yıl, ilk Sendikalar Kanunu 24 yıl, grev hakkı tam 30 yıl sonra gerçekleşiyor.

“Cumhuriyet’i kemiren sınıfsal tercihler” derken, işte tam da bunlardan bahsediyoruz.

***

Durum buysa, işçiler için Cumhuriyet bir anlam ifade etmiyor mu?

Tam tersine, sınıfın kazanımlarında Cumhuriyet’in kazanımlarının payı var. Bu kazanımlarının tasfiyesinin ise, emeğin kazanımlarını geriye götüren etkisi var.

Bugün cemaatler fabrikalarda örgütlüdür. İşçi, patronu ile “çelişkilere” değil, “tevekküle” oturan bir ilişki kuruyor, iş kazalarını “kader” olarak kabul etmeye başlıyorsa emeğin kazanımları geriye gidiyor demektir.

Muhafazakarlaşan işçi, şükrediyor. Cumhuriyet’in aydınlanmacılık fikrinin tasfiyesinin sınıfa maliyeti tam da budur.

Cumhuriyet’in kurumları olarak bilinen yüzlerce fabrika, atölye, kooperatif ve birliğin, içinde çalışan yüz binlerce işçiyle yarattığı zenginlik, bugün büyük ölçüde talan edilmiş durumda.

Kendi ailem de dahil olmak üzere kaç ailenin, kentin tek ve en büyük fabrikası olan SEKA Giresun Kağıt fabrikasında ya da ülkenin tek fındık entegre tesisi olan FİSKOBİRLİK’te çalıştığını hatırlayamıyorum bile. Ama çoğunun hayatlarını bu kurumlarla kurduklarını ve bu kurumlardan emekli olduklarını biliyorum.

TEKEL direnişi devam ederken Cevizli fabrikasında birlikte dolaştığımız tütün işçisinin, önünden geçtiğimiz kreşi gösterirken gözleri nasıl da dolmuştu. “Kapanan sadece TEKEL değil, benim gençliğim, çocuklarımın evi” diyordu.

Şeker fabrikaları, Köy Hizmetleri, Et Balık Kurumu, Orman İşletmeleri ve daha nice kurumun kamplarında işçi aileleri yan yana geliyor, işçi çocukları arkadaşlıklar kuruyordu.

Bugün kıdem tazminatının tasfiyesi, kiralık işçilik, taşeronluğun asıl çalışma biçimi haline getirilmesi bu kadar pervasızca gündeme getirilebiliyorsa, bunda bahsettiğimiz kazanımların tasfiye edilebilmiş olmasından alınan gücün payı çok büyüktür.

***

Geriye dönüş yok!

Geriye dönüşü mümkün değil ama daha ilerisi kaçınılmaz.

29 Ekim’de Kadıköy’de işçiler vardı.

Gecelerinde aç yatılmayan, gündüzünde sömürülmeyen, yeni bir Cumhuriyet için!

Sosyalist Cumhuriyet için…