Bir kez daha 'işçiler var' diyebilmek için

15-16 Haziran büyük işçi direnişinde yaşamını yitiren işçiler Mehmet Gıdak, Yaşar Yıldırım ve Mustafa Baylan’ın anısına…

Fabrikanın karşısında bir yerde çay içiyoruz. İkimizin de gözü neredeyse tamamı dolu olan stok araç parkına takıldı. Güneşin altına yatırılmış binlerce aracın oluşturduğu uçsuz bucaksız bir tarlaydı sanki karşımızdaki.

“Angajman 62 araca yükseltildi” dedi. Montaj bandından saatte çıkan araç sayısını kastediyordu ve bu, o stok parkına her dakika en az bir aracın daha eklendiği anlamına geliyordu. Onun aldığı ücret ise taş çatlasın iki bin liraydı.

Sonra geçen seneki grev aklına geldi. “En az iki bin kişiydik fabrikanın önünden harekete geçtiğimizde” dedi.  Organize sanayinin içinde yaptıkları yürüyüşte önce kendileri gibi iş bırakan Coşkunöz işçilerini almışlar, sonra o sabah iş bırakan Mako’nun önüne varmışlardı. Ne polis, ne patronların adamları, ne de başkası kesebilmişti önlerini. Sonra hayıflandı. “Keşke önünden geçtiğimiz her fabrikayı alsaydık yanımıza. On binlerce işçi sel olup yürüseydik ve sonra bizim fabrikanın önüne gelip ailelerimizi çağırsaydık aramıza. Yapabilirdik bunu.”

Yapabilirlerdi.

Yürüyeceklerdi, çoğalacaklardı, “biz buradayız” diyeceklerdi ve artık kendi adlarına konuşacaklardı. Asıl mesele de bu değil miydi? Sınıf olacaklardı.

İşte 46 yıl önce, 15-16 Haziran 1970’te olan buydu. Fabrikalarından çıktılar, yürüdüler, yürüdükçe çoğaldılar ve iki günün sonunda memlekette işçilerin de olduğunu dosta düşmana gösterdiler. İşyerlerindeki amaçsız kalabalıklar olmaktan çıkıp bir sınıfa dönüştüler.

Sadece 15-16 Haziran günleri değil, bu dönüşümün öncesi de vardı. Saraçhane Mitingi, Kavel Grevi, Derby, Emayetaş, Singer, Demir Döküm, Alpagut ve daha onlarcasında yaşanan fabrika işgalleri, devlet memurlarının Sultanahmet yürüyüşü, polis boykotu, TÖS’ün genel öğretmen grevi ve daha nicesi. Sınıfın, 10 yıldan daha kısa bir zaman dilimine sığdırdığı işaret fişekleriydi her biri. Her birinde “biz buradayız” denmişti.

Ayağını işyerlerine basabilen sendikal örgütlülük ve sınıfın programatik temsiliyetini toplumsal alana taşımakta önemli mesafe kat etmiş siyasi özne bu fotoğrafı tamamlayan diğer karelerdir. 61 kuruluşu ve 65 seçim çıkışıyla sosyalist harekette TİP’in, 67 kopuşuyla sendikal harekette DİSK’in varlığı 15-16 Haziran’da işçi sınıfının sahneye çıkışının yeter şartı olmuştu.

1970 yılının Haziranında artık işçi sınıfı vardı ve örgütlü hareket edebildiğinde kendi adına konuşabilmekteydi. Üzerine başka çokça şey söylenebilir belki ama 15-16 Haziran büyük işçi direnişinin “gör dediği” budur.

Gör denilenin en fazla burjuvazi tarafından dikkate alındığı da bir köşeye not düşülmelidir. Sermaye sınıfı 15-16 Haziran’da, işçi sınıfının kendini toplumsal olarak var etmede tehlikeli bir eşiğe geldiğini görmüş ve bundan ölesiye korkmuştur. 40 yıllık “imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir toplumuz” demagojisinin boşa düşmesi egemen sınıf için gerçekten korkulacak bir durumdur. Korku sağlam olunca tedbir büyük olur. 12 Mart ve 12 Eylül, bu korkunun sonraki 10 yıllık duraklarıdır. 70’lerde bir kez daha yükselen sola ve sınıf hareketine karşı araba, kısa bir süre Ecevit stepnesiyle yürütülmeye çalışılsa da, sonrasında direksiyonun tamamen sağa teslim edilmesi hem korkunun büyüklüğünü, hem de tedbirin şiddetini gösterir. Ya da başka bir ifadeyle Türkiye gericiliğinin Demirel’den Özal’a, Özal’dan Erdoğan’a uzanan iktidar yolculuğu burjuvazinin işçi sınıfından korkusunun eseridir.

Bugüne dönecek olursak; birincisi, durum iki gün önce soL Portal'ın Ankara Sincan’daki fabrikanın tuvaletinden geçtiği haberdeki gibidir. İşçi tuvaletine sayaç koyacak kadar pervasızlaşabilmenin koşulu, işçilerin buna ses çıkaramayacak kadar örgütsüzleştirilmiş olmasıdır.

İkincisi, durum budur belki ama korku bakidir. Korku sınıfsaldır.

Ve üçüncüsü, ne iyi ki hâlâ “yapabilirdik” diyebilen öncü işçiler vardır. Ne iyi ki büyük işçi direnişinden 46 yıl sonra hâlâ kent meydanlarında, metro çıkışlarında, servis güzergahlarında, fabrika kapılarında “bu ülkede biz varız” bildirileri dağıtan işçiler ve onların partisi vardır.

46 yıl sonra bir kez daha “işçiler var” diyebilmek için yeterince nedenimiz mevcuttur.