Taşrada siyaset hazırlıkları

Yıllardan sonra bir haftadır G. Antep’te doğup büyüdüğüm ilçedeyim. Anne yemeklerinden hemencecik taşra sıkıntısı edebiyatına geçmeyeceğim paniklemeyin.İnsan siyasetin ne kadar pratik ve hayati bir şey olduğunu küçük kasaba ortamında daha iyi anlıyor inanın. İlçeye girer girmez camlardaki bazı okul arkadaşlarımın biraz yaşlanmış fotoğraflarıyla karşılaşıyorum çoğu babasının işini sürdüren, büyük şehirde üniversite okusa da memlekete dönen arkadaşlar bunlar. Çoğu ilçenin hatırı sayılır eşrafından olan bu tanıdıkların çoğu AKP’den belediye başkan aday adayı olmuş. Kimisiyle sokakta karşılaşıp hoş beş de ediyorum doğal olarak, lise arkadaşlığı kolay unutulmaz. Ortaya dökülen anılar, kazıkçı matematik hocasının komik anıları ideolojik ayrımları unutturuveriyor. Çoğu sosyal demokrat düşüncelere sahip arkadaşların yıllar içinde nasıl dönüştüğünü ve AKP’nin taşradaki küçük esnaf ve işadamlığı içine nasıl sızıverdiğini görüyoruz bütün açıklığıyla.

Evet burada siyasetin ne kadar somut, iş görür ve kollayıcı ağlarla hareket ettiğini görüyoruz dedim. Tabii bütün bunları mümkün kılan kesif bir sinizm. Özetle söylersek doğru söylüyorsun ama dünya değişmez sonuçculuğu. Biraz kötümser olacağım ama, buralara geldiğinizde, aslında siyaseti veya Gezi’yi başta sosyal medya olmak üzere hep kendimize benzeyen insanlar üzerinden gördüğümüz gerçeğiyle yüzleşiyoruz. Buralarda sosyal medya yerel şarkıcı, sevimli kedi videolarına yazılan yorumlarla ya da akraba çocuklarına atılan like’larla malul çoğu zaman. Bahsettiğim yer iletişim olanaklarının olmadığı, yolları karla kaplı bir dağ başı değil üstelik, ovaları verimli Antep, Adana ve İskenderun arasında, okuma oranın yüksek olduğu bir ilçe üstelik. Başta Gezi’nin algılanması şoka uğrattı beni, Hatay Armutlu’ya iki saatlik bir uzaklık varken. Sanki bir şenlik olmuş, ağaç için bir grup genç çadır kurmuş ve olanlar olmuş işte. Nokta! İnanmayacaksınız ama sanki Gezi hiç yaşanmamış gibi hayatlarına devam ediyorlar. Elbette AKP’nin de kaşıdığı dış mihraklar, ajanlar, lobiler bazı köhne sağ duyularda yaşasa da, bunu anlatmak istemiyorum. Büyük bir enformasyon yoksunluğundan yani penguen medyasının etkisinden bahsediyorum. Biliyorum haziran direnişiyle alevlenen bir umut dalgasından sonra canınızı sıkıyorum. Ama bununla yüzleşmek de direnişin en önemli parçasını oluşturuyor. Taşrada siyaset çok pratik ve kollamacı işliyor dedim yazımın başında. Örneğin belediye başkanı adayının normatif ya da ideolojik duruşundan çok, neler yapacağı, kimlere dağıtım da ve iş tahsisinde bulacağı en önemli sorun haline geliveriyor. Mesele kömür ya da makarna dağıtmak kadar basit değil. Toplumun dip yoksulları için kritik olan bu sadaka stratejisi bir tarafıyla çok şey ifade etmiyor. Örneğin taşranın devlet ile toplum arasındaki en önemli bağı olan beyaz yakalı memurlar için tayin, kademe ve yerleştirme neredeyse bir endüstri gibi talepleri ve siyasal olanı belirleyiveriyor. Büyük şehirden özellikle de İstanbul’dan çıkıp belli bir süre taşrada kalmak, siyasetin normatif bir şey değil, Arapça kökeninin söylediği gibi işi “iyi yapmak” ve seyislik olduğunu gösteriveriyor.

#direnlibido
Gezi direnişi sürecinde Beyoğlu’nda bir randevuevi sokağında karşılaştığım ve sevdiğim bir duvar yazısıydı “diren libido” sloganı. Arkadaşım psikiyatrist Cemal Dindar, odağına arzuyu ve libidoyu yerleştirdiği ve Gezi sürecinde nasıl görünür hale geldiği üzerine bir kitapla karşımıza geliverdi. #direnlibido, despotizme karşı yaşamı savunmak için bireyleri direnişe geçiren ruhsal dinamikler üzerine bir inceleme. Bu dinamiklerin Türkiye’nin uzak–yakın tarihi ile bağlarını kuruyor. ‘Bin yıllık’ tarihimizin dertlerine, 24 Ocak-12 Eylül Darbesi’nin yarattığı ruhsal iklime ve neoliberalizme karşı Gezi Direnişi’nin anlamını araştırıyor. Bastırılmış olan döner. Bastırılan, olanca yaşama arzusunu kuşanarak, geri döndü. Öyleyse… #direnlibido diyor.

Arzu ve güç
Arzu nedir? Cevap: arzudur. Bu ünlü psikiyatrist Lacan’ın çok alıntılanan bir anektodu. Son iki yazıdır arzu ve güç üzerinden söylediklerime, okurlarımdan haklı sorular ve itirazlar geldi. Arzulayan bir sınıf olarak ne kastettiğimi soruyorlar ve bunun yeni orta sınıfla (YOS) ilişkisini kafalarına oturtamıyorlardı. Hatta bazı okurlar beni fazla pos tmodern bile buldular. Elbette bu mevzular gazete yazılarına aşan hatta kitaba bile sığmayacak mevzular. Benim arzudan anladığım, diğerinin arzusunu zedelemeyen, onu araçsallaştırmayan, zorlamayan dolayımsız ve bedensel olan duygulanımlar. Bu anlamda cinsellikten sevgiye, oyuna ve boşzaman uzanan geniş bir özgürlük atmosferiyle ilişkili. Sosyalizm önemli tarafıyla arzuyu demokratikleştirip özgürleştirmesiyle de önemli ve yıkıcı bir dünya görüşü sunuyor. Tarih boyunca üretim ilişkilerinin ve gücün uygulama alanı arzunun yaşanmasını egemen sınıflara tahsis etmesi (örneğin harem) ve diğerlerine yasaklamasıydı. Yani uygarlık tarihi bir tarafıyla arzunun sınırlı bir kesim tarafından gasp edilmesiyle beraber yürüdü. Arzuyu cimrice ellerinde bulunduran, beden üzerinde, hazlar üzerinde despotluk kuran, başta dinsel yasaklamalarla bastıran iktidarlar, bir tarafıyla arzuyu dışarıya göstermeden gizlice yaşayan, bir günaha çeviren bir ahlaki anlayış dokumuşlardı. Yani arzuyu bastırmanın, gaspetmenin tarihi insanlık kadar eskiye dayanıyor. Benim arzuya yakın sınıf YOS derken kastettiğim. Bu sınıfın başta cinsellik, arzuyu daha açık, esnek, dolayımsız ve dürüst yaşaması ve baskılara dönük hassasiyetlerinin diğer sınıflara karşı duyarlılıklarının daha yüksek olması.