Yaşamın estetize edilmesinde “tıp oyunu”

Çocukların neşelenerek oynadığı, dayanıklılığı ölçtüğü söylenen tıp oyunu, verilen “tıp” komutuyla, oyuna katılanların hareket etmemesi, konuşmaması, gülmemesi, bir çeşit donması üzerine kurulur. Kuralı bozanlar oyundan çıkarılarak cezalandırılır, sonuna kadar dayanıp kazanan ödüllendirilir. İlkokul öğretmenimiz, bunun bir çocuk oyunu olmadığını, “güçlünün güçsüzü susturma” oyunu olduğunu söylerdi. Günler geçtikçe, olaylar yaşandıkça, öğretmenimizin bu tanımlamasının, toplumsal olaylarda ve ilişkilerde, hem de sıklıkla yaşandığını gördük.

Yükseköğretime giriş sınavları, “en adaletli sınav sistemlerinden biri” olarak anlatılır. Başta gelir dağılımı olmak üzere her türlü eşitsizlik, adaletsizlik ve hak ihlalinin yaşandığı ülkede, eğitim ticarileştirilmiş, parasal güce endekslenmiş, piyasayla bütünleştirilmiş devletin, kendi okullarındaki ve denetimindeki özel okullardaki eğitim-öğretim yetmemiş, kimileri bol paralı dershaneler başat hale gelmiş… Bırakın bölgesel eşitsizliği, aynı kent içindeki okullar binadan araç gerece, öğretmenden aileye, ekonomik-sosyal-kültürel “zenginlik-yoksulluk” ayrımına bağlanmış… Müfredat, tepeden tırnağa kapitalist politikalarla düzenlenmiş neyin okunup neyin okunmayacağı egemen gücün takdirine bırakılmış… Özgür düşünme yerine ezbercilik benimsetilmiş… Ve sonunda kapitalist eğitim sistemi “adaleti” bulmuş: aynı gün, aynı saatte, aynı sorularla, her türlü kopya önlemleri alınarak sınava girilecek eşitsizliğin üzerine kurulu “adaletli” sınava… Sınav başladığında “tıp oyunu” da başlayacak güçlünün kurallarıyla oynanan ve dayatılan “susturma oyunu”, “ayıklama oyunu”…

Benzer durum, “demokrasi” için de geçerli. Her türlü eşitsizlik ve adaletsizlik topluma dayatılacak, egemen yönetim tarzının istediği tüm kurallar kabul ettirilip uygulatılacak, her türlü susturma ve sindirme yolu denenecek, yapı ele geçirilecek… Üstüne de “serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm” esaslarına göre demokrasinin temel oyunu oturtulacak: “Tıp” denilecek ve genel seçim yapılacak.

Anayasayla tanıştığımız dönemlerde, ilk takıldığım kural “kanun önünde eşitlik” ilkesi olmuştu. “Herkes kanun önünde eşit de, kanunlar eşitliği sağlıyor mu?” sorusunu sorarak, “kanunlar adaletli olmadıkça eşitlik ilkesinin ‘tıp oyunu’ olduğunu” düşünmüş ve öğretmenimizin “güçlünün güçsüzü susturma” sözcüklerini anımsamıştım. Eşitliği, özgürlüğün önünde engel olarak görenler, demokrasi ve hukuku, adaletsiz yasaların kabulü için kalkan çoğunluk parmağıyla özdeşleştirerek tıp oyunu oynatmıyor mu? Adaletsiz hukukun üzerine güdümlü yargıyı oturtanların, “sorunları yargı çözer” sözcükleri tıp oyunu değil mi?

Tıp oyununun, ekonomi, sağlık ve çevre dahil, oynatıldığı o kadar çok alan var ki… En önemlilerinden biri de “sınıf temelli bakışın” unutturulması… Buna dinsel ve/veya etnik düşünüş ve yaşam tarzı da eklenmeli.

“Tıp” komutu veriliyor: “Din ve Kur’an tartışılmaz, dokunulmaz bilim, sanat, ekonomi, siyaset, gerçekçilik gözetmeden, her yere girer” deniliyor. Yine 1960’lara döndüm, ilkokul öğretmenimizi anımsadım. Bir arkadaşımız yerde bulduğu Arapça yazılı kağıdı öpüp alnına götürmüştü. Öğretmenimiz nedenini sordu öğrenci, “Kur’an-ı Kerim olduğu için” yanıtını verdi. Öğretmenimiz, “her Arapça yazı Kur’an-ı Kerim olur mu? Bilmeden, anlamadan hareket etmeyin, gerçekçi olun” diye uyarmıştı. Öğretmenimiz, şimdi, 4+4+4 olarak anılan Yasa’yla, Milli Eğitim Temel Kanunu’na eklenen “Kur’an-ı Kerim’in isteğe bağlı seçimli ders olarak okutulması” kuralını duysa ne derdi, anlaması olanaksız bir dilde okumanın, bilim ve özgürleşmeyle bağlantısını nasıl kurardı kim bilir?

Gerçekleri göstermek istemeyenlerin, egemen kapitalist alan dışında kalanları tutsak ettikleri “edilgen yaşam tarzı”, değişik alanlarda oynatılan “tıp oyunları” ile sürüp gidiyor. Oyunlara katılmamak, “oyuna gelmemek için” tek başına yeterli olmuyor. Oyunların dışında kaldıklarını sananlar, demokrasi gibi, hukuk devleti gibi farklı oyunların içinde, farkına varmadan, eritiliyorlar.

Gerçekleri gösterme çabalarının, genişleme, yayılma ve kararlılıkla, bütünselleştirilerek, eyleme dökülmesi gerekiyor. Walter Benjamin’e göndermeyle, başkalarının “oluşturucu temelleri üzerine kurulmuş bir hayatın ve bu hayatı sürekli kılan bir yaşama biçiminin” içine girmeden, “yaşamın ve siyasetin estetize edilmesine” göz yummak yerine, yaşamı değiştirmek gerekiyor.