Yargı ne yana düşer?

Küba Devriminin altmışıncı yılını kutlama ve Fidel Castro’yu anma etkinliklerinde, Türkiye Komünist Partisi’nin konuğu olarak Türkiye’de bulunan Küba Merkez Komite Üyesi Juan Carlos Marsan Aguilera Ankara’da yaptığı konuşmada Küba’yı, Fidel’i ve Devrim mücadelesini en iyi anlatan belgelerden biri olan Moncada Kışlası baskını yargılamasındaki tarihi Fidel savunmasına da gönderme yaptı.

Fidel, arkadaşlarıyla birlikte yargılanmaları ile “halktan gizlenmeye çalışılan gerçekler” arasında bağlantı kurar ve Küba’nın sınıfsal analizini yapar tarihi savunmasında. Küba halkına yaşatılan sömürü ve zulüm ile hukuksuzluklar ve mahkemelerdeki yargılamalar arasında sıkı bir ilişki vardır. Bir yandan devrimci olarak bu ilişki bütünlüğünü ve Küba halkı üzerindeki sömürüyü vurgular bir yandan da hukukçu olarak hakkında uygulanan hukukun, sanığı olduğu davanın ve yargılandığı mahkemenin üzerinden Küba gerçeğini anlatır. 

Fidele göre “hukukun ve yargının zayıflığı karşısında bir dolu yasadışı alavere dalavereyi rahatlıkla kıvıran rejim” söz konudur Küba’da. Yargılandığı mahkeme üyelerine, yargı otoritesinin alay konusu olmasına göz yumup yerle bir olmasına izin vermemeleri gerektiğini söylemekten de geri kalmaz.

Mahkemeye yapılan bu uyarı hukuk ve yargının insanlık ve hak mücadelelerinde olduğu gibi sınıfsal mücadelelerin kimi duraklarında da ilerici hamleler için etkileyici araçlar olarak kullanılabileceğinin bir notudur yalnızca. Yoksa Fidel saldırısını sürdürür savunma yaparken: 

“Siz, sayın yargıçlar, Siz hiç dükkan veya depo yakan bir zengin gördünüz mü? Ha, evet sigortadan para sızdırmak için bunu yapanı var. Hatta çıkardıkları yangında adamlarından birkaçı da yanıp feda olabilir. Ama tabii ki onlar hiçbir zaman hapse girmez; çünkü pahalı avukatlar devrededir ve yargıçların rüşveti çoktan dağıtılmıştır. Sizler, aç oldukları için çalmaya mecbur kalanları hapse gönderiyorsunuz. Buna karşın devletten milyonlar çalanlara gücünüz yetmiyor, bunları bir geceliğin bile olsa karakolda tutmaya cesaretiniz yok.”

Balzac’ın “Tılsımlı Deri” romanından destek alarak, zenginleşme töreninde kadeh kaldıranların çektikleri nutku da aktarır Fidel: “Baylar, altınlarımızın gücü şerefine kadeh kaldıralım! Milyonlarını altıya katlayan Bay Valentin de artık aynı gücü elinde tutuyor. O da bir kral artık. Tüm zenginler gibi her şeyin üstündedir o, canının istediğini yapar. Onun için Anayasa’nın önünde herkes eşittir kuralı artık geçersizdir. O, yasalara değil, yasalar ona uyacak! Milyonere hukukmuş, mahkemeymiş hiç söker mi?”         

Ne yasaklar ve yargı frenleri, ne de baskı ve şiddetler devrimci fikir ve eylemleri engelleyebilir. Aynı fikir ve eylemlerdir aslında burjuva devletin hukukunu ve yargısını ilerici adımlara zorlayan. 

1917 Ekim Devriminden sonra, özellikle de Sovyetler Birliği’nin 1936 Anayasasından sonra burjuva devletler hukuk ve yargı alanında ilerici hamleleri kullandılar ama bu hamleleri sınıflı toplumlarının kılıfı olarak kullanmaktan da geri kalmadılar. İkinci dünya savaşı sonrası ise biraz da kaçınamadılar bu ilerici hamleleri düzenlerine yerleştirmekten. 

Neoliberal dünya ise sınıflı toplumda devlete biçtiği rolü hukuk ve yargıya da biçti. Sermayenin tahakkümü için “küçük ve müdahale etmeyen” devlet… Sermayenin krizi ve istikrarı için teşvik ve desteklerle, kaynak aktarımıyla müdahale eden devlet… 

Hukuk ve yargının rolü de bu esneklikte yazıldı. Düzenin vitrini ve perdelenmesi için değil daha çok birikim ve kazanç için, emekçiye daha çok baskı için binbir surat oldu ikisi de. 

Tıkandıkça saldıranlar, tökezledikçe davalar yarattılar. Türkiye’den örneklersek, Ergenekon, Odatv gibi kimi davalara hayal güçleri de yaptırım ve yargı güçleri de yetmedi. Önce Ergenekon Terör Örgütü, sonra Ergenekon Silahlı Terör Örgütü olarak adlandırılan dava boşa düştü. Bu davadaki iddianameye bağlanan Odatv davasında sanıklar aklandı.  

15 Temmuzu OHAL’e bağlayıp, katmerli hukuksuzlukları ile hak arama özgürlüğü arasına set çektiler, itirazları komisyona havale ettiler. Sonra da parlamentoyu devreye sokup bu hukuksuzluğu ve yargısızlığı yasalaştırdılar.   

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesini OHAL hukukuna “ben bakmam” dediğinde alkışlayanlar, Demirtaş gibi kararlarda “tanımayız” dediler. 

Yaratıcı güç(!) iddianameleri çoğaltmakla meşgul. Eldekiler yetti/yetmedi polemiği içinde gündeme “Haziran Direnişi” yerleştirildi. 

Ekonomide, hukukta ve yönetimde “uygula, gör düzelt”; yargıda “yargıla, gör, yenile”… Yeter ki düzen sürsün, çürümesine rağmen sürsün.          

Yargı, sınıfsallığının gereğini yerine getirecek pozisyona iyice oturtulmuş durumda. Gücünü aldığı uluslararası ilkelere dahi sarılamayarak kendisini koruyamadığı için bataktan kurtulamadığı gibi daha çok batıyor. Bu yargının hak aramanın kurumu olması nasıl beklenir? Tek tük örnek de kurumsallıktaki ek çürümeyi kurtaramıyor.   

Yargıyı siyasetin içine çekip, tüm sorumluluğu onun üstüne yükleyen ilişki ağı, koyduğu kurallarla adaletsizliği getirirken, o adaletsizlik üstüne oturan yargının reformu da olmaz, olmadı da… Adil yargılamanın önündeki engelleri temizleyerek hak aramayı düze çıkaracağını sananlarsa “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs”den yargılanır.

Kapitalizmin özgürlük anlayışı ulusal yargıyı, emperyalizmin özgürlük anlayışı da uluslararası yargıyı sımsıkı sardı. Krizleri yargının da krizi oldu; bu buluşma sömürücü düzenin geleceksizliğinin bir başka emaresi.

Düzen, OHAL’ini getirecek, “kaldırdım” deyip olağan hale taşıyacak. Düzen, hukukunun satırlarına, yarattığı iddianamelere ve yargısının bile sonuçlandıramadığı kararlara sığınacak. 

Düzenin, sınıfının gereğini yerine getirecekleri yapmasında, kurum ve kurallarını altüst etmesinde sorun yok aslında. Sorun, bu düzen içinden eşitlik, özgürlük, hukuk, adil yargı ve adalet çıkabileceğine inanarak düzenin yaşamasına verilen destekte; onlardan umut aranmasında. 

Fidel, Moncada Kışlası baskını yargılamasında hem sanık hem avukattı. Tarihi savunması sonunda “avukatların mahkemeden beraat talep etmeleri”nin kuraldan olduğunu anımsattı ama bunu yapmadı. “Birlikte hareket ettiği yoldaşlarım, hapishanede tıkılı, acı çekerlerken bu olmaz” dedi ve “onların yanına, aynı kaderi paylaşmaya” gönderilmeyi talep etti. Düzene destek olanlara da düzenden medet umanlara da dersini verdi. Ve tarihi savunmasının tarihi sonucunu seslendi mahkeme heyetine:

“Sizler beni mahkûm edebilirsiniz, edin, umurumda değil. 

Çünkü,

Beni tarih aklayacaktır!”*


*Fidel Castro, Beni Tarih Aklayacaktır, Çeviren Celil Denktaş, Yazılama Yayınevi.