Yabancıya gitmesin

Halk arasında, günlük dilde biraz da gelişigüzel olarak yaygın kullanılır; çocukların korunması, evlilik, gayrimenkul alım satımı ya da kiralanması, ikinci el otomobil alım satımı gibi birçok konuda yabancıyla karşı karşıya gelmemek bir güvence ve dostluk işareti olarak görülür. 

Ama olaya ve ilişkilere göre yabancı tanımı farklılaşır. Kimi zaman aile, akrabalık, arkadaşlık, yakın çevre, apartman, mahalle ötesi yabancı olur; kimi zaman “memleket neresi” sorusunu aşan memleketlilik. Kimi zaman aynı ulustan olmayanlar yabancıdır, kimi zaman aynı mezhepten ya da dinden olmayanlar. Aynı türden, çeşitten olmayan da yabancı olarak tanımlanır, tanınmayan ya da bir konuya uzak olan da…

Özetle ilişkilerde dar ya da geniş çerçeveli bir sınırdır, uzaklıktır yabancılık. 

Yabancılaşma tanımı ve olgusu da zenginleştirir yabancı tanımını.

Tabii bir de hukukla tanımlanan yabancı var. Aslî ya da sonradan kazanılmış yurttaşlık dışında kalanları yabancı tanımlayan hukuk, onlara özgü hakları da belirliyor. Örneğin Anayasaya göre temel hak ve özgürlükler, yabancılar için, uluslararası hukuka uygun olarak kanunla sınırlandırılabiliyor. Bir yurttaş, yurttaşlıktan çıkarılınca veya çıkınca yabancı sayılıyor.   

Damat-bakan Berat Albayrak’ın (BA) Kanal İstanbul projesinin geçtiği alanda arazi aldığını belirten haber sonrası avukatından gelen açıklamaya göre bölgede 2003’te baba tarafından alınan arazinin yanındaki arazi de 2012’de oğul tarafından alınmış. Bu alım, “sıradan bir satın alma” olup “yabancı almasın düşüncesiyle” yapılmış.

Ne var bunda? Özel mülkiyetin olduğu sistemde gücü olup mülk alanlar gibi Albayrak da mülk alabilir. Peki, her mülk alan basında haber konusu yapılmıyor da bu alım neden haber konusu yapılıyor; mülk sahipliği haberi yanlış değil ama neden “sıradan bir satın alma” ve “yabancı almasın düşüncesi” notu düşülerek açıklama yapılıyor?

Parçalara bakalım: (i) 2012’de BA özel sektörde, AKP milletvekili ya da bakan değil ama Başbakan Erdoğan’ın damadı. (ii) 2012’de “çılgın proje” olarak nitelendirilen Kanal İstanbul projesi biliniyor; Erdoğan tarafından 2011’de açıklanmış. Yani damat bilmese bile kamuoyu biliyor. (iii) Bu projenin çevresinde yaratacağı rant biliniyor, yabancıların mülk alması dahil rant tartışması yapılıyor. (iv) Projenin hukuksal süreci başladığında BA, kamu görevlisi olarak Hazine ve Maliye Bakanı. (v) Bu tür kamu görevlilerinin “mal bildirimi”nde bulunmaları zorunlu.

Bu parçalardan çıkarılacak sonuçların pozitif hukukla açıklanması zorlama olabilir. Ancak, siyasal ve etik sorun için hiç zorlamaya gerek yok.  

Gelelim asıl soruna: Söz konusu kişiler için mülk satın alınmasında ileri sürdükleri yabancı kavramı nedir, bilemeyiz. Buradaki tanımlamaları sübjektif olacaktır.

Objektif olarak bakıldığında, AKP kadroları için kimlerin yabancı olmadığı belli: Büyük toprak sahipleri, ulusal ve uluslararası sermaye, NATO, Dünya Bankası ve IMF, diğer uluslararası ekonomik kuruluşlar, patronlar, yandaş dernek ve vakıflar, yandaş meslek odaları ve sendikalar, yabancı sermayeli veya ortaklı bankalar ile sigorta şirketleri; hemen her üretim alanındaki yabancı sermayeli veya ortaklı şirketler; kurtarıcı olarak görülen, serbest dolaşımda sınırsız imtiyazlı yabancı sermaye yabancı değil.

Tarikat ve cemaatler, medreseler, tekkeler, Sünniler, şeriatçı davranışlar, ümmetçilik yabancı değil.

Kapitalistler, emperyalistler, işbirlikçiler, parti devleti, devletin ticarileştirilmesi, pazarlıkla yanlarında duran darbe girişimcileri yabancı değil. 

Kendilerine oy veren, yandaş olan, biat eden, kul olan çalışanlar, küçük esnaf, küçük çiftçi, mülksüzler, işsizler de kontrol altında olmak koşuluyla yabancı değil. 

Hatta bilumum diyardan toplanan ve yanlarında duran silahlı çeteler de yabancı değil. 

Piyasacılar, gericiler, talancılar, sömürücüler yabancı değil. 

Kimler yabancı?

Laik olanlar, aydınlanmacılar, ilericiler, yurtseverler, davetlere katılmayan sanatçılar, hakkını arayanlar, eleştiri hakkını kullananlar, yandaş olmayan basın mensupları ve yazarlar yabancı.

Yandaş olmayan dernek, vakıf, meslek odası ve sendikalar yabancı. 

Düzen içi olmayı kabul etmeyenler, “bu düzen değişmeli” diyenler, boyun eğmeyenler yabancı. 

Sosyalistler, komünistler yabancı.

İşçi sınıfı yabancı.

Memleket hasreti çeken Nâzım Hikmet yabancı.

Onların yabancıları, yabancılaştırdıkları “korkuları” aynı zamanda.

Biliyorlar, “hiçbir korkuya benzemez halkını satanın korkusu”. 

Bilmiyorlarsa öğrenecekler Nâzım’ı okuyarak, işçi sınıfının sesini her an duyarak.