Unutmadan

Halkoylamasına karar verildiği günden buyana, -herkesin denilen- devlet olanaklarının ve gücünün iki kulvara yerleştirildiği malum: birincisi “evet” kulvarına, ikincisi “hayır” kulvarındakileri baskıya ve engellemeye.

Bu tablo, tüm yandaşlaştırmalara ve baskılara karşın medyadan okunup izlenebileceği gibi, fiilen hayır propagandası içinde olanların da belleklerinde iken Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) tarafından da raporlandı.

OHAL de gerekçe gösterilerek her türlü hukuksuzluğun yaşatıldığı ortamda anayasa değişikliği, evet/hayır dalaşına dönüştü.

Birkaç sayfalık anayasa değişikliğini paravan olarak tanımlayıp, asıl sorunu paravanın arkasındaki piyasacı, gerici, sömürücü düzen olarak saptayanlar ise büyük bir kavganın peşinde.

Birinci gruptakiler, masum ilişkiler içinde toplumsal gerçekçiliği es geçip “16 Nisan akşamı gelse de şu iş bitse” diyor. İkinciler ise kararlılıkla “kavgamız sınıfsaldır, karanlıktan aydınlığa çıkana kadar mücadeleye devam” diyerek, halkoylamasıyla her şeyin bitmeyeceğini, tam tersine daha keskin mücadele dilimine girileceğini söyleyerek, bu mücadelede unutulmaması gerekenleri anımsatıyor.

Türkiye'nin, “iktidar partisi genel başkanı ve başbakan olduğu dönemdeki tutum ve davranışları cumhurbaşkanlığı döneminde de devam eden, anayasa ve hukuk tanımayan, paranın ve dinin siyaset üzerindeki hakimiyeti için halka saldırıyı alışkanlık haline getiren, kriz ve şiddetten beslenen, aile servetine servet katan” bir lider tarafından yönetildiğini unutmamalıyız.

Aynı liderin, “kendisine ‘hırsız’, ‘katil’, ‘diktatör’ ve ‘gerici’ denildiği için, yüzüne Hitler bıyığı yapıştırıldığı ve yakıştırıldığı için, ‘değirmenin suyunun nereden geldiği’ sorulduğu için” binlerce hakaret davası açtığını ya da açtırdığını; “hiç sıkılıp çekinmeksizin halka, akla, bilime, muhalefete hakaret etmeye devam ederken, insanlara kendisine hakaret edildiği iddiasıyla yeni davalar açmayı” sürdürdüğünü unutmamalıyız.

Unutmamalıyız…

Onun liderliğindeki Türkiye'de sömürü, yağma ve talanın, hak ve özgürlük ihlallerinin kesintisiz sürdüğünü;

Onun liderliğindeki Türkiye’nin işsizliğin, aşsızlığın, eşitsizliğin, adaletsizliğin ve yasakların ülkesi olduğunu;

Onun liderliğindeki Türkiye'de yobazların akla, bilime, akademiye, tıbba, eğitime, çocuklara, kadınlara, aydınlanmaya saldırdığını;

Onun liderliğindeki Türkiye'de işçilerin, kadınların, gençlerin katledildiğini; halka karşı baskı ve şiddetin sürdüğünü, bombaların can aldığını, insanlığa karşı suçların devam ettiğini;

Düzen muhalefetinin, genel seçimlerde “Yüce Divan” çağrıları yaparken, 15 Temmuzdan bu yana cılız ses ve eylemler dışında gereği için kılını bile kıpırdatmadığını;

Unutmamalıyız…

Aynı lider ve partisinin, darbe girişiminde bulunduğu iddia edilenlerle 2002’den bu yana ortak olduğunu; bu ortaklığın, masumiyet karinesi ihlal edilerek işlerinden atılan, mesleklerinden men edilen, gözaltına alınan, tutuklanan kimi kişiler ve el konulan ya da kapatılan kimi kuruluş ve örgütler dışında, -milletvekili, parti yöneticisi, il ve ilçe yöneticisi, seçilmiş yerel yönetici gibi kişilerle- siyaseten sürdüğünü;

Darbe girişimini önleme amacıyla ilan edilip sürdürülen OHAL’in yaygın olarak muhaliflere ve esas olarak emekçilere baskı aracı olarak kullanıldığını, OHAL KHK’lerinin katmerli hukuksuzluk olduğunu;

Unutmamalıyız…

Karaladıkları batak düzenin ondört yıldır kendi eserleri olduğunu; anayasa değişikliğiyle, tüm yaptıklarının üzerine perde çekip hesap vermekten kaçarak yaşamlarını sürdürmeye devam etmek istediklerini;

Tüm ülkeyi hapishaneye çevirirken, anayasayı, hukuku ve devleti yalnızca sermaye düzeni ve kendi gerici yönetimleri için kullandıklarını;

Düzen muhalefetinin de, bu “aynı sömürü oyunu için sahne değiştirme”ye yönelik “anayasa numarası”nı ciddiye alıp sorumluluğu halka yüklediğini; seçim yasaklarının yalnızca “hayır”cılara yönelik olmasına sessiz kaldığını; cumhurbaşkanına, başbakana, bakanlara, devlet görevlilerine getirilen yasağa uyulmamasına tepki bile göstermeyecek derecede zaaf içinde olduğunu;

Unutmamalıyız…

Tarikat ve cemaatlerin, dinselliği meşruiyet aracı olarak gösterip devleti, siyaseti, yaşam tarzını ve ekonomiyi elde tutma marifetini gösteren birliktelikler olduğunu; vitrinde dinin mağazada paranın geçerliliğini;      

Emekçilere düşmanlığı, halkı dışlayarak her şeyi piyasalaştırmayı;

Savaş suçları pervasızca işlenirken barış mücadelelerine engel olmayı;

Daha yüzlerce eşitsizliği, adaletsizliği, hukuksuzluğu, cinayeti, katliamı, tecavüzü, eziyeti, zulmü, kaderciliği unutmamalıyız…

Unutmamalıyız ki halk “evet ve hayır” arasında itilip kakılırken, amaçsız bir “hayır”a takılıp kalmayalım.

“Hayır”, durduğu yerde ne kaosu yok eder ne de yozlaşmayı… Ne baskıyı yok eder ne de şiddeti…

Unutmamalıyız ki “hayır”ı, kapitalistlerin, emperyalistlerin, sömürücülerin, gericilerin, sermaye sınıfına hizmette kusur etmeyen yönetici ve siyasilerin, kanla beslenen çetelerin ve suçluların hesap vereceği düzen için harekete geçirebilelim.

Unutmamalıyız ki sınıfsız ve sömürüsüz dünya için mücadele edebilelim.