Tilki kümese müdür olunca

Başlığı, 2010 yılında yargı operasyonlarını tartıştığım (Odatv) yazımda “tilki kümese müdür oldu” şeklinde kullanmıştım.

AKP iktidarı 2007 sonrası kontrol edilemez boyutta yargı krizi başlatmıştı. Bu kriz, yetmez ama evetçilerin de desteğiyle 2010 Anayasa değişikliğine uzandı; Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçiminde (16-0) AKP galibiyetiyle sonuçlanan, sonra ek krizlerle yeniden ve yeniden oynanan, 2017 Anayasası ile adı Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) olarak değiştirilerek yeniden yapılandırılan yargı üst yönetiminin ve seri yargı krizlerinin ateşleyicisi oldu.

2010 yargı depremi, hem hukuksal hem de uygulama yönünden “demokrasi vitrini” yanılsamasıyla öylesine sarstı ki devleti ve toplumu, ardından gelen artçı depremler için “yıkım” iyice kolaylaştı.

Yıkımı kolaylaştıran bir başka unsur, 2010 depreminin AKP/Cemaat ortaklığıyla, Cemaatin proje katkısıyla ve baskın tavrıyla başlaması -ki liberal solcuların ya da demokrasiyi yalnızca seçim sananların Cemaat hayranlıklarını da bu katkıya eklemek gerekir- sonra da bu sefer AKP projesiyle Cemaat kanadının-pazarlık yapılanlar dışında- saf dışı bırakılması girişimiydi.

Maalesef, savunmanın örgütü olan barolar dışında en büyük ve güçlü yargıç/savcı örgütü olan, ne yasayla ne de yargı kararıyla kapatılabilen YARSAV da bu horoz döğüşünün ve yanılsamanın, kısmen de kuşkuculuğun içinde yok edilebildi. Bugün, Cemaat bağlantısı kurulamayan ya da ıvır zıvır ilişkilerle kurulmaya çalışılan örgütlü/örgütsüz birçok yargıç ve savcı cemaatçi yaftalamasıyla tutuklu, gözaltında, meslekten men ya da sürgünde. Son HSK kararnamesi de kıyımın yeni belgesi.   

Yargı, adı kalan ama içi memurluğa dönüştürülen bir hükümet gücü, namı diğer AKP gücü artık... İçinde kalan duyarlı, bilimsel hukukla haşır neşir, hukuk felsefesini bilen ve uygulayan, hukuk tarihinin kazanımlarını herşeye karşın koruyup uygulamaya çalışan yargıç ve savcıların kıyımı ise siyasal iktidar için kolay mı kolay.

Olayları içinde bulundukları bütünden soyutlanarak değerlendirmekle gerçek ortaya çıkarılamaz. Yargı içinde yaşanılanlar da aynı bütünlük içinde değerlendirilmek zorundadır.

Yargının başına gelenlerin öznesi, HSYK değildi, şimdi de HSK değil. Konu, sadece yargı yönetiminin değil, tüm yargı camiasının, devletin ve toplumun konusu. Depremin doğru okunması gerekir, yoksa depremler sürer gider; yargı da birilerinin çıkarı için görev yapmaya devam eder.

2010 Anayasa değişiklikleriyle yargı, ana fay hattı üzerine yapılanmıştı. 2017 ile de aynı şey yapıldı. Aynı hatalar tekrarlandı durdu, eylem gücü polemiklere hapsedildi,  zayıfladı, kısırlaştırıldı.

Nihayet, yargı etiği ilkelerine göre burjuva devlette bile en küçük kuşkuyu ve baskıyı kaldıramayan yargı “bataklığa itilmek”le, hak ve özgürlükler de toplumsallıktan koparılıp başkalarına teslim edildi.

Şimdi kendi düzenlerinin ürünü olan hukuka ve yargıya bile tahammülleri olmayan o başkalarından sermaye düzeni adına adalet bekleniyor. Kolay harcıyorlar, olağandışılıkları kolay uyguluyorlar ve bunu sömürü düzeninin olağanı olarak görüyorlar. Sömürü düzeni adaletsizliğin düzeni değil mi zaten? O zaman yargı da adaletsizlikler içinde olsun, ne fark eder?

Emperyalizmin tüm vahşetiyle saldırdığı savaş ortamında barış ama uzlaşmacı olmayan gerçek barış mücadelesi veren BARIŞ DERNEĞİ de kapatıldı hukuksuz olarak, kapitalizmin adaletsizlik ortamında “bağımsızlık” mücadelesi veren YARSAV da…

Bağımlılığı pekiştirilen yargı sisteminin içinde, olumsuzluklar tavana vurdurulurken “hiç olmazsa kimi olumluluklar var ve bunlar yaşasın” gibi bir dar hedefle yetinilmesi, “teselli” olmaktan öteye geçmez. Sorun da burada: uzlaşmacı olmadan mücadeleyle, uzlaşmacı olarak bağımsız kalabilir miyim hülyasında… İkincinin çıkışı olmadığı gibi birinciye de zarar veriyor.

HSYK ve HSK tablolarına bakalım: 2010 Anayasa değiştirildiğinden önce yargı mensubu ağırlığı yedide beş idi. 2010’dan sonra yirmiikide yirmi, 2017’den sonra onüçeonbir. Yargı mensubu çoğunlukta ama atama usulleri alem. Adalet Bakanı ve müsteşarı ise hep sabit ve başkan hep Adalet Bakanı...

Başlığımızı aldığımız yazıda şöyle demişiz: “Tilki kümese müdür olarak atandıktan sonra, kimi tavuk ya da horozların, tilkiyle iyi ilişkiye girmesi, olsa olsa onların diğerlerinden biraz geç mideye indirilmesi anlamına gelir. Sorun, sadece yargının değil tüm toplumun sorunudur.”

Bir başka sorun da burada: Tilkinin kümese müdür olması meşru, işlemleri hukuksuz! Tilki bu, ne beklenir ki?

Buraya kadar anlattığımız tek sütunluk kısa tarih bile, yargının ve yargı mensuplarının başına gelenlerin iflah olmaz burjuva iktidarı tarafından düzeltilemeyeceğini, zaten düzeltilmek istenmediğini gösteriyor. Bir şeyi daha görüyoruz: dernek, sendika gibi örgütlü mücadele yolları da bir yandan kara çalınarak ve tehdit edilerek diğer yandan sarı örgütlenme yollarıyla aynı saldırının hedefi yapılıyor, çaresizliğe itiliyor.

Tabii ki, tilkinin kümese müdür olmasına, yozlaşmaya, hukuksuzluğa, adaletsizliğe karşı tavır alınacak. İyileştirme denilen şey, yozlaşmamış bir burjuva düzenini tanımlıyorsa, onun da düzenin toleransı kadar olacağını, bu yolla gerçek bağımsızlığa ve adalete ulaşılamayacağını bilerek.

Yorumlayıcı, hukuk yaratıcı ve çözüm üretici yargıç tarafından, nasıl kurallara, içinde bulunduğu yasa ve kural koyucunun amacı ve ilişkileri dikkate alınmadan anlam yüklenemezse, yargıyı hukuksuz ve adaletsiz işlemlere tabi tutan iktidara da sınıfsal özü dikkate alınmadan anlam yüklenemez.  Yargıyı gerçek bağımsızlığına kavuşturacak ve gerçek adaletin aracı yapacak olan da bu sınıfsallığı gören ve adaletsizliğin temelini sorgulayan mücadeledir.