Terör politikasının saklı yüzü ve özgürlük yargıçları

Kimilerince 11 Eylül 2001 ve sonrasına bağlanan emperyalist hegemonyanın devamı için terör stratejisi, çok daha önceleri neoliberal politikalarla koşut olarak birçok ülkede hem devlet yönetim tarzına hem de hukuka monte edilmiş, bilinen hukuk devleti modellerini de değiştirmiştir. Terörle savaşım için hukuka el atılması meşru gösterilirken, buradaki haklılığın toplum nezdinde kabulünün sağlanması da temel politikalardan biri olmuştur. Aslında yapılan, terörle savaşım için devlet ve hukukun şekillendirilmesi değil, devlet ve hukukun şekillendirilmesi için terörün gerekçe gösterilmesi ve yaratılmasına katkıda bulunulmasıdır.

Başta ABD olmak üzere kapitalist emperyalizm, önce terörü yaratıp, istediği dozda sürdürerek, sonra da onunla savaşımı gerekçe göstererek, devletlerle, uluslararası ve ulusal hukukla istediği gibi oynamıştır. Bu amaçla, “dışarıdakilerin” oyun hamuru gibi yoğrulmasının meşrulaştırılması sağlanmıştır. Hegemonyanın sürdürülmesi yıllarca teröre ve terörle savaşıma bağlanırken, hegemonya zayıflamaları karşısında yeni politikalar üretilmesinde de geri kalınmamıştır.

ABD'nin, hegemonya projesi ve politikasına bağlı “terörizme karşı savaş politikası”, Yrd. Doç. Dr. Ekin Oyan Altuntaş’ın güncelliğini artırarak sürdüren kitabında (Terörizme Karşı Savaş Stratejisi: Hegemonyası Zayıflayan ABD’nin Yeni Mekan Düzenleme Aracı, İmge Kitapevi Yayınları, Ankara, 2009) tanımladığı gibi, "‘terörizm’in muğlak tanımı ile ‘savaş’ın geniş manevra alanını birleştiren, dış politikaya yönelik bir strateji” olmakla birlikte, aynı zamanda çevre ulusların iç politikalarında da siyasal iktidarların kendilerini koruma, “devlete karşı suç” şemsiyesi altında “önlemler zinciri” oluşturma, bireyler ve örgütler üzerinde baskı yaratırken toplumu da sıkıca çember içine alma ve sindirme politikası haline gelmiştir.

Bu politika, AKP’nin de dinsel ve etnik ayrışımla birlikte en temel politikası olmuş tarihsel kazanımlarla genel kabul görmüş hukuksal haklar yerine, “hukuk perdesi” altında, egemen gücü ve sömürüyü koruyan, ötekileri düşman ilan eden, olağanüstü hukuk, olağanüstü yargı ve olağanüstü hal yaratan baskı aygıtları zinciri oluşturulmuştur. Bu aygıtların kendilerini yenilemesinde süreklilik sağlanmıştır. Liberal hukukun tüm hünerleri, demokratik hukuk devleti adına sergilenirken, demokrasi tarihsel olarak kazandığı kurum ve kurallarıyla ayaklar altına alınırken, demokrasi ve liberalizm hayranlarının desteklerinden de yararlanılmaya devam edilmiştir. Yandaş çemberini geniş tutmak için de her türlü yola başvurulmuştur. Demokrasi ve hukuk, dillerden ve ellerden düşürülmemiş, muhalefet ve halka, her değişimin “halk için” yapıldığı anlatılmış ve bununla da övünülmüştür. Bu konuda hatırı sayılır bir “oyalama politikası” başarısı elde ettikleri de yadsınamaz.

DGM ve ÖYM sürecinden sonra yine övünerek kurulduğu söylenen, aslında öncekilerden kopyalanan Terörle Mücadele Mahkemeleri de, HSYK, yüksek yargı ve yerel mahkemelerdeki dönüştürme ve kadrolaşmanın, ceza hukukunu tüm hukuk sisteminin ve yaşamın üstüne oturtan bir hukuk anlayışının devamıdır.

Şimdi de “özgürlük yargıçları” yaratmakla övünülüyor. Övündükleri şeyin, iktidarları boyunca yaptıkları yanlışları ve adaletsizlikleri kanıtladığını bile düşünmeden övündükçe övünülüyor.

Neymiş efendim, “özel yetkili mahkemelerin terör örgütü davalarına bakarken bireylerin durumlarını tek tek değil, örgütün genel eylemleri çerçevesinde değerlendirmelerinden” rahatsızlık duyuluyormuş “şimdi sulh ceza yargıçlarından oluşturdukları bu yeni yapıda, kamuoyunda ‘özgürlük yargıcı’ olarak anılan yargıçlar ana dosyadan bağımsız biçimde önlerine gelen delillere bakarak karar” verecekmiş bu “birey hak ve özgürlükleri için güvence” olacakmış “özgürlük yargıçlarının kararlarının insan hakları ve özgürlüklerinin çerçevesini genişletici bir etki yaratması bekleniyormuş bu yargıçlar, “İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin Türkiye ile ilgili ihlal kararları konusunda hızla eğitime” alınacakmış…

Neresinden tutulsa elde kalıyor. Masumiyet karinesi yok sayılıyor, terör örgütlerinin varlığı kimi zaman adı konularak, kimi zaman adı konulmadan daha baştan kabul ve ilan ediliyor. Yargıcın bu siyasi yönlendirme ve baskıdan etkilendiği kabul ediliyor. Türkiye’nin tarafı olduğu İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi, temel hak ve özgürlüklerle ilgili diğer sözleşmeler, bu sözleşmelerin esas alınması gerektiğini buyuran Anayasa ve temel hak ve özgürlük maddeleri büyük ölçüde uluslararası sözleşmelere uydurulan Anayasa, istenildiği zaman uyulan istenildiği zaman görmezden gelinen belgeler olarak kabul ediliyor. Daha ilginci, sanki 10 yıla yakın süre kendileri iktidarda değilmiş, sanki bu sürede Anayasa’yı 10 kez değiştirmemişler, hukukla ve yargıyla istedikleri gibi oynamamışlar, yeni iktidara oturmuşlar gibi konuşup övünüyorlar. Daha da ilginci, muhalefet partileri, hukukçular, araştırmacılar, medya, bütün bu yapılanları hayli ciddiye alarak “olumlulaştırma” gibi algılayıp tartışıyorlar.

Kimi yargıçları, “bireysel özgürlük” için ayrıma tabi tutmak, (i) yargıçların bugüne kadar karşıtlıkla görevlendirildiğini ve yönlendirildiğini, (ii) özgürlük yargıcı olmayanların aynı görevi sürdürmeye devam edeceklerini, (iii) bireysel özgürlük vitrine çıkarılarak toplumsal muhalefetin “terör” batağına itileceğini, (iv) her türlü örgütlenmenin, bir araya gelip bir arada üretmenin, terörle özdeşleştirilmeye devam edileceğini, (v) kimi bireylerin hak ve özgürlüğü için diğer bireylerin ve toplumun hak ve özgürlüğünün ihlalinde bir sakınca görülmeyeceğini kabul anlamına gelir. Yargıcın bir bölümünü, 2012 yılında “özgürlük yargıcı” yapmak, bu yıla kadar yargıç ve yargının özgürlük adına bağımsız olmadığını kabul etmek anlamına gelir. Kimi yargıçların bundan böyle “insan hakkı” uzmanı olacağını söylemek, geçmişte yargıç eliyle insan hakkı ihlali yapıldığını kabul anlamına gelir ihlal yükünü ve sorumluluğunu yargıca yükler, egemen politikaları ve kural koyucuyu temize çıkarır. Kaldı ki, AKP’nin bugüne kadar “özgürlük, özgürlük diye” yaptıkları, bundan sonraki özgürlük anlayışının kimler için olacağının da göstergesidir.

Toplum, yıllardır, “kimilerine özgürlük” için hukukla, yasalarla ve yargıyla oynanmasına, terörün “kimilerine özgürlük” uğruna yaratılıp, ortadan kaldırılması için sözde çaba harcanmasına alıştırılmıştır. Kimileri adına insanların kurban edilmesi kanıksatılmıştır. Adaletin, “özgürlük-eşitlik” diyalektiğinde gerçekleşeceği unutturulmuş, her türlü sömürü uğruna her türlü düşünce ve emek yok sayılmıştır.

Egemenler, terörizme karşı savaş politikasını gerekçe göstererek, devleti, onun içinde etkin denetim aracı olan yargıyı ve hukuku, baskı aracına dönüştürüp “silah” olarak kullanırken, sözde “demokratik hukuk devletini” kendilerine perde yapıyorlar. Karşı savaşımın, egemenin strateji ve kurumlarıyla yapılması, iyi niyeti, intihar etmiş bir demokrasi anlayışı içinde demokrasi saflığına düşürüyor ve egemenin işine yarıyor. Bunu görenlerin sayısı arttıkça, özgürlük, eşitlik ve adaletin gerçek savaşçılarının gücü de artacaktır.