Tarikatlar ve cemaatler: Sermayeyle el ele tam gaz

15 Temmuz üçüncü yılını geçerken pazarlığa dayalı cemaat hesaplaşmaları ve hesaplaşma görüntüsü altında emekçilerin ağırlıklı olduğu kıyım devam ediyor. OHAL’siz OHAL baskısı da devam ediyor. 

Madalyonun bir yüzü buysa, diğer yüzünde farklı tarikat ve cemaatlerin hız kesmeyen büyümeleri; devlete ve ekonomiye, eğitime ve sağlığa yerleşmeleri, kadrolaşmaları var. 

Sermaye ve din, yönetim ve din, hukuk ve din, siyaset ve din, toplum ve din ilişkileri bugün çağın koşullarına adapte olarak sürüyor.

Çağın derken, Olivier Roy’un “İslamın tarih trenini kaçırdığı” tezinin üzerine basa basa, deyim yerindeyse o teze inat sürdürülen bir dinsel ilişki ağı söz konusu sanki. Sanki olmayan ise dinin “toplumsal kontrolü güçlendiren karakteri” ve “ezilmişliği dindirici”, “sınıfsal mücadeleyi kırıcı” etkisi. Buralarda duraksamaksızın mutabıklar. Ve konu yalnızca İslam diniyle sınırlı da değil. 

Tarikat ve cemaatlerde parçalı bir yapı gözükse de devlete, hukuka, siyasete, ekonomiye ve toplumsal yaşam tarzına el atma konusunda AKP, Başkanlık ve Diyanet İşleri Başkanlığı bu parçalı örgütlülüğü yerleştirici ve kanıksatıcı eşgüdümü sağlamada beceriksiz değil. 

Bu yerleşme ve kanıksamaya, yaygınlaşmayı da ekleyerek, tarikat ve cemaatlerle ilgili hemen her gün bir hatta birkaç olayın haberleştiğini görmek olası. Dahası, artık haber niteliğini taşımayan bir normallikle bakılıyor, tarikat ve cemaatlerin içinde olduğu olaylara. 

Tarikat ve cemaatlerin hukuksal meşruiyeti yok, yasaklar ama devlet ve ekonomi dahil her yerdeler. Hepsinin hem de birden fazla vakfı, derneği, şirketi var. Bu yollarla hem meşrulaşıyorlar ve legalleşiyorlar hem de hukukun teşvikinden, muafiyet ve istisnasından yararlanıyorlar. 

Nasıl AKP ile Fethullah Gülen ortaklığı arasında çizgi ve kuralları belirli bir sınır yoksa ve bu belirsizlik 15 Temmuz'dan bu yana sürüyorsa, tarikat-cemaat-vakıf-dernek-şirket bağlılığı da sınırsız olarak sürüyor. Legal ile illegal iç içe…

FETÖ/PDY bağlantısından tutuklu ya da hükümlü şirket yöneticileri bu bağlantıyla ilgili aracı isimler veriyor ama o aracılar AKP yöneticisi, milletvekili ya da belediye başkanı olarak göreve devam ediyor.

TUSKON cemaatin örgütü deniliyor ama kimi TUSKON üyeleri işlerine devam ediyor, şirketlerinde AKP’li ortaklar var.

Bunlar artık haberlerin olağan konusu oldu hatta haber bile olmamaya başladı. 

Tarikat ve cemaatler devletle, ekonomiyle, toplumla o kadar iç içe ki artık resmen tanınmaları ve yasallık kazandırılmaları için girişimler başladı. 

Vakıf/dernek görünümlü, tarikat ve cemaatlere ait medreselerin mezunlarına diploma verilmesi kampanyası başladı.

Hazinenin ortak olacağı şirketler tablosunun bir sütunu açık seçik belli: tarikat ve cemaat bağlantılı şirketler…  

İç içelik kanıksatıldı artık, kavramlar da özellikle bir arada, birbirinin yerine kolayca kullanılır oldu. 

İşte 2019’un popüler ismi Ekrem İmamoğlu’ndan bir örnek: 

“Cemaatlerin faaliyetleri var. Bu ülkenin temel duruşlarına aykırı davranmayan faaliyetleri varsa İçişleri Bakanlığı vesaire iznini almış ki yüzlerce yıllık tarikatlar var İstanbul’da, çok derin felsefesi olan. Görüştüğüm insanlar, yetkilileri oldu. İsimlerini vermem. Üç tane vakfı, beş tane vakfı çek al olmaz. Büyükşehir belediyesinin kaynaklarını birkaç vakfa niye aktaralım? Her vakfın, derneğin, kamu yararına kurumun geniş, faydalı çalışmaları var. Vakfa, derneğe değil sadece torpile karşıyım.”

Neyi, kimi, kimleri kastediyor? Her türlü ikinci üçüncü açıklamayla devam da edebilir, açıklamalar yapabilir. Ama tarikat-cemaat-vakıf-dernek-şirket bağlantısını, legal ile illegali öyle kullanmış ki bir paragrafta, illegal olan tarikat ve cemaatlere meşruiyet kazandırıyor. 

Çocuk ve kadın istismarı, yobazlık, yolsuzluk, kamu kaynaklarının talanı, parasal güç, yaşam tarzına el atma diye sıralamaya başlandığında tarihten ve “din bu değil”den başlıyorlar hemen, savunmaya geçiyorlar.

Laiklik için devleti ve hukuku müdahale aracı yapan ve bunu anayasal kural haline getiren “laik hukuk devleti”ni, laiklik karşıtı örgütlenme, işlem ve eylemlere meşruiyet kazandırılmaya çalışılan bir şeriat devletine dönüştürmek için düzen içinde elbirliğiyle kollar sıvandı.

Tarikat, cemaat, medrese, tekke ve zaviye örgütlenmesinin, dinsel gericiliğin tarihi de çok açık dinler tarihi de… 

Kapitalizmin ve emperyalizmin ekonomi politiğinin sömürü olduğu da çok açık…   

Devlete, hukuka, siyasete, ekonomiye ve topluma atılan her sermaye eli insan aklını ve emeğini, aydınlanmayı ve bilimi sömürmeye; toplumsal mülkiyeti özelleştirmeye, paranın saltanatını kurmaya yöneliyor.

Emekçi halkı “kul ve köle” olarak görenler inanan insanın inancını da sömürüyor, işçi sınıfının eşitlik, özgürlük ve adalet mücadelesini kırmaya yelteniyor.

İşçi sınıfının karşısında, farklı tarikat ve cemaatlerle, farklı vakıf, dernek ve şirketlerle paçalı olarak gözükse de örgütlü bir dinsel güç var. Sermaye sınıfına destek olurken kendisi de patron olabilen bu güç emekçilerin sınıfsal mücadelesini kırıyor.

İster araçsallık ya da araçsallıktan çıkıp yaşamla özdeşleşme densin, ister maneviyat ve medeniyetle buluşma densin, ister tarihsellik ya da çok yönlü ve gerekçeli geri dönüş densin, her kim nasıl anlamlandırırsa anlamlandırsın dinsellik için tanımlamamız gereken ana sorun şu: sermaye sınıfını meşrulaştıran, sömürüyü telafi eden bir güç… 

Örgütlü dinsel gücün önünün kesilmesi hatta dağıtılması yeterli değil. Laik ya da dinsel fark etmiyor; işçi sınıfının karşıtı olan sermaye sınıfı ve asıl mücadele ona karşı.