İş şirazesinden çıkınca

Son zamanlarda “ilginç kararlar çıkmaya başladı, yargıda bir şeyler mi oluyor” sorusu sık sorulmaya başladı. 

Evet, yerel mahkemelerden, üst mahkemelerden, Anayasa Mahkemesinden hukuk ve ceza alanlarında, hak ihlallerinde kimi kararlar medyada haber olmaya başladı. Ama bu öyle hemen üzerine atlanacak, “yaşasın” denilecek, “Türkiye’de yargıçlar var” diye haykırılacak bir değişim değil. 

Bir kere bu tür kararlara bakıldığında, hukuku zorlayan, yorum yöntemiyle derin analizler yapıp mağdurlar ve hak gaspına uğrayanlar lehine kayda değer analizler yapan, adaletsizliğin içinden adalet çıkaran kararlar olmadığı görülecek. Yargının, hukuksuzlukları hukuka çekmesinde olağanüstülük yok, olmamalı da.

Bağlı olarak ikincisi, hukuksuzluklar ve suç işlenerek ortaya çıkan olağandışılıklar haber olsa da bunlarla ilgili hukuksuzluğun giderilmesi ya da ceza verilmesi kararları olağandışı değil. Yargının işi bu zaten.

İşler devletiyle, özeliyle, hukukuyla, siyasetiyle, ekonomisiyle, yaşam tarzıyla o kadar şirazesinden çıktı, meşru olmayanlar o kadar meşrulaştırıldı, anormallikler o kadar normalmiş gibi gösterildi, hukuksuzluklar hukuk adı altında o kadar olağanlaştırıldı, yalan ve talan o kadar yaygınlaştırıldı, dinsel gericilik o kadar yerleştirildi, çürümüşlük ve yozlaşma o kadar kanıksatıldı, zaaflar ve sapmalar o kadar arttı ki, olağan mecrasında akması gerekenler haber yapılmaya başladı. 

Yargı da sütten çıkmış ak kaşık değil tabii… Olması gereken zamanda denetimini yapmadığı ya da yapamadığı için, kararlarına uyulmamasına gözlerini kapattığı için, baskı altına alındıkça sustuğu için ve dahası emir ve talimatla işe girişerek karar alma konusunda kılını kıpırdatmadığı için, savunmayı ayaklar altına aldığı için o da şirazesinden çıktı. Adalet için dik duranlara, mücadele edenlere sözümüz yok.

Demokles’in kılıcı tepelerinde, bir yandan kıyımla tehdit ediliyorlar diğer yandan terör örgütü üyeliği suçlamasıyla. Hâlâ binden fazla yargıç ve savcının FETÖ suçlamasıyla zan altında olduğu anlatılıyor. Bu kısır döngüden beslenenler ve teslim olup keyfine bakanlar sona ermesini ister mi düzenin? 

Filmlerdeki kalıplaşmış sahnelerden biri sıkça örnek verilir. Erkek, tuttuğu adamları ya da arkadaşlarını önce kadının üzerine saldırtır, sonra ortaya çıkar ve kadını kurtarır. Olağan insan ilişkilerini anlatmayan bu tür bencil ve çıkarcı örnekler, kimi örgüt veya devlet yönetimlerinde, siyasette ve uluslararası ilişkilerde de görülebiliyor. Hatta kimi siyasal iktidarlar, “kriz yaratıp müdahale etme” örneklerini seviyor, alışkanlık haline de getirebiliyor. 

Kapitalizmin de, emperyalizmin de sevdiği yöntem bu, önce krizi tetikleyip sonra müdahale etmek ve kriz fırsatçılığı yapmak. Ele geçirmenin, genişlemenin, hegemonyayı sürdürmenin bu en kolay yöntemi ilişkilerin karmaşıklaştırılıp bozulması. Etik olup olmaması, yalancılığı, kandırması, adiliği, vahşiliği hiç önemli değil.

Terörizme karşı savaşın, “gerileyen hegemonyasını kurtarmak” isteyenlerin stratejik bölgelere girmesini sağlayan bir hareket planı olması gibi, olağandışılıkları yaratıp, vekalet savaşçılarını ve uyumlaştırılmış insanları kullanıp onlardan beslenmek de düzeni sürdürmenin yolu.

Terörizmi gerekçe göstererek strateji belirleyenlerle, kendi yarattığı çürümüşlüğü, yozlaşmayı, eşitsizliği, adaletsizliği gerekçe gösterip normale dönmeyi hedefleyenler arasında fark yok. Yeter ki düzen sürsün. 

Hukuksuzluk siyasetle beslendiği gibi yargıyla da beslendi. Aynı yargı şimdi hukuka dönmeye çalışıyormuş. Bir yanıyla olumlu ama bir yanıyla da geçmiş olsun. Münferit kararlarla ya da vitrinlik reform önerileriyle ne, nasıl, ne kadar düzelecek? 

Sömürü sürecek ama hukuklu ve denetimli öyle mi? Sömürülenler de sömürünün söz ve karar sahipliğine alkış tutacak! 

Yargı kararları kimi bireylerin kimi haklarının ihlalini saptıyor, kimi hukuksuzlukları gideriyor, kimi suçları cezalandırıyor, yani olması gerekeni yapıyor ama bütün veriler olumsuz seyrediyor; işsizlik, gelir dağılımı adaletsizliği, hak gaspları, istismarlar, tecavüzler, cinayetler çoğalarak sürüyor. 

Birçok çocuğun eğitimi, birçok insanın sağlığı, birçok kişinin uğradığı haksızlıklar tarikatların, cemaatlerin, dincilerin ve uzlaştırmacıların elinde. Buralarda aydınlanmanın hukuku ve yargısı yok, yerine çıkarın hukuku ve yargısı çalışıyor. İnsanları uyuşturan, susturan, körelten, razı eden, boyun eğdiren bir gericilik düzeni çalışıyor. Alternatif dedikleri tıp ve eğitim, alternatif dedikleri şeriat ve kadılık çalışıyor. Çağa adapte edilen kölelik düzeni çalışıyor.   

Hukuksuz hukuk ya da güdümlü ve işbirlikçi kurumlar değil, sömürücü düzen bozuyor toplumsal ilişkileri. Düzenin kendisi bozuk zaten...  

Sermayenin, gericiliğin ve iktidarın ortaklaşa sürdürdüğü sömürünün içinden aynı düzenin kural ve kurumlarıyla çıkılır mı?