Sıcak siyaset ve hukukla oyunlar

Haziran seçiminin Türkiye’yi rehavete ve umut hayallerine oldukça fazla gömmesinin ardından, Suruç ateşinin peşine taktırılan ve her gün yinelenen terör, iki alanı koruma altına aldı. Birincisi, sömürü düzeni; ikincisi, Erdoğan/AKP siyaseti…

Sermaye/siyaset ikilisi, sanki hiçbir şey olmamış gibi, sanki kavrulup yakılan yüreklerin, her türlü cinayet zincirinin ve yozlaşmanın sorumluları kendileri değilmiş gibi yaşamlarını devam ettiriyorlar. Sermaye iktidarı, siyasal iktidara gık çıkarmıyor; siyasal iktidar da her türlü hukuk oyununu deneyerek koltuğunu bırakmıyor.

O kadar pişkinler ki, 2002 yılından bu yana iktidara yapışanlar, 13 yıldır devletin ve ülkenin altını üstüne getirenler, çözüm süreci ve demokratik açılım şımarıklığını yapanlar, Anayasa ve yasalarla istedikleri gibi oynayanlar, karşıtlarını davalar batağına atanlar, yargıyı memurları yapanlar kendileri değillermiş gibi, “AKP gelecek, terör bitecek, her şey düzelecek” diyorlar ve seçime hazırlanıyorlar.

O kadar pişkinler ki, parlamenter sistemin çözümsüzlüğünü bir bir sıralayıp, başkanlık sistemi nutukları atıyorlar. Halkı nasıl 12 Eylül 1980 darbesine hazırladılarsa, şimdi de başkanlık sistemine hazırlıyorlar.

Bunun koşulu da, AKP hükümeti ile seçime gidip, daha güçlü AKP hükümeti ile Anayasa değiştirmek. Halkı nasıl 1982’de otoriter Anayasa’ya ikna ettilerse, şimdi de otoriter başkan yönetimine hazırlıyorlar. Hem de fiili olarak, otoriter yönetime ve başkanlık sistemine geçmişken.

AKP’ye ve Meclis’e giren partilere bakılırsa, her şey Anayasa’ya ve yasalara uygun.

7 Hazirandan bu yana AKP’nin hükümette çöreklenip kalması, Erdoğan’ın hükümet kurma işini yönetmesi, Davutoğlu’nun oyalana oyalana 45 günü doldurması, 45 günde hükümet kurulamadığı için Erdoğan’ın seçimlerin yenilenmesi kararı alması, YSK’nin kış koşullarını gözeterek seçim takvimini sıkıştırması Anayasa ve yasalara uygun.

Erdoğan’ın, halkın seçimiyle geldiğini bahane ederek ve faaliyetlerinin denetlenemeyeceğine ilişkin YSK kararlarına sığınarak, “tarafsızlığına” ilişkin Anayasa kuralını yok sayarak AKP’nin kazanması için kolları sıvaması da Anayasa ve yasalara uygun.

Bu iktidar çöreklenmesi içinde, milletvekili seçilmeyen ama bakanlık görevleri devam edenlere, bu görevleri karşılığının boş kalmaması için, “dışardan atanan bakan” statüsüne sokularak ödeme yapılması Anayasa ve yasalara uygun.

Belki de hiç yasama faaliyeti yapmadan tarihe geçecek olan Meclis’in milletvekillerine para ödenmesi de Anayasa ve yasalara uygun.

Türkiye, “hukuk devleti” değil mi? Tabii ki, her şey Anayasa’ya ve yasalara uygun yapılacak. İşte sorun da buradan başlıyor. “kanun devleti” olmak “hukuk devleti” olmak anlamına gelmiyor. Hukuk tarihi, uzun ve meşakkatli hak mücadeleleri sonucunda ve özellikle ikinci paylaşım savaşı sonrasında, evrensel olarak “insan ve toplum” merkezli birçok ilkeyi sayfalarına not etmiş ve yargı denetimini de aynı amaca yönlendirmiş.

Ama Türkiye’de hukuk, önce sermaye düzeninin sonra da Erdoğan/AKP hükümetinin isteklerine uygun sözcükler sıralamasıdır ve sahiplerinin isteklerine uygun tek anlamı vardır.

Ne yazık ki, hem sermaye iktidarı hem de siyasal iktidar, demokrasi ve hukuk oyunlarına geniş halk kesimlerini ve emekçileri de karıştırıyor, kimi zamanda “sol”u yama olarak kullanmayı beceriyorlar. Karşı çıkmak, “demokrasi, demokrasi” demekle, “demokrasi” istemekle olmuyor;  demokrasiye en çok sığınan ve kullanan onlar çünkü…  

Haziran seçimi, halkı oyunlarına karıştırmanın ve yamanın en yakın demokratik örneği olarak tarihteki yerini aldı. Şimdi Kasım seçimi aynı kukla oynatıcılarının elinde. Para-din-milliyet üçgeni içinde demokratlık oynayanlar, yine baraj partileri olarak rollerine soyundular.

Suruç çözümlenmeden, ne 7 Haziran seçimi sonrası yaşananlar ne de seçimin yenilenmesi anlaşılmaz. Kısır döngü sürer gider.

Kutsal seçim: Bir daha, olmazsa bir daha…

Kutsal hukuk: Kılıf, olmazsa bir daha…

Kutsal devlet: Baskı aracı, olmazsa bir daha…

Kutsal düzen: Sermaye, hep sermaye, her şey sermaye…

Yozlaşan ve çürüyen politikalara sığmayan, demokrasi ve hukuk oyunlarına kanmayan, sömürüye ve gericiliğe karşı çıkan, ahlaksızlığı ahlak diye satanları reddeden bir örgütlenme var ki, sermayenin yönettiği sömürü düzeninin topyekun reddini hedefliyor.

Yol belli: Ya yıllarca olduğu gibi “sermaye düzeni ve onun son tetikçisi AKP” tarafından kandırılmaya devam ya da “emekten ve işçi sınıfından yana bir düzen” kurmak için “komünist ilkeler ve ahlak” temelinde örgütlenme…