Seri yargı cinayetleri

Cinayetler hep serileşti, yargı cinayetleri de…

Yargı cinayetlerinde serileşme dışında bir başkalık var. Diğer cinayetler gibi yargının yaşamını son erdirmiyor, yargıyı dönüştürüyor. Yargıda yapılanlar bir süreç içindeki değişiklikler değil artık, olduğundan başka biçime sokuluyor, başkalaştırılıyor. Böylece seri cinayetlerin kurbanı olan yargı da bu sefer kendisi seri cinayetler işleyebiliyor.

Başkan Erdoğan’ın açıkladığı Yargı Reformu Stratejisi bu dönüştürmenin son adımlarından biri. Dün Sevgili Kadir (Sev), paketin amaç, hedef ve kapsam başlıklarını “Yargıda reform derken?” başlıklı yazısında sorun satırlarıyla birlikte gayet net aktardı. “Sorun bunların ötesinde bir yerlerde, çözümü de öyle” diyerek bıraktığı yerden devralarak devam edelim.

On yedi yılına yaklaşan bir siyasi iktidardan, onun sıraya koyduğu yargı reformu paketlerinden ve yargı üzerine yaptığı Anayasa ve yasa değişikliklerinden söz ediyoruz. Eş zamanlı olarak yargı mensuplarını kıyıma uğratmaktan, meslekten atmaktan, cezalandırmaktan ya da ödüllendirerek yandaşlaştırmaktan söz ediyoruz. Yargının sacayaklarının birbirini kırmasından, savunmanın ayaklar altına alınmasından, var olan adaletsizliğin yargı yoluyla da dibe vurdurulmasından söz ediyoruz.

Öyle hiç el atması ve sorumluluğu yokmuş gibi ya da AKP yerine başka bir parti, AKP lideri yerine bir başkası gelmiş gibi yargının sorunlarının yüzeysel olarak deşifre edilmesiyle, cafcaflı sözcüklerle reform hedeflerinin sıralanmasıyla kimseyi kandıramazlar.

Bugün çürüyen, yozlaşan, keyfileşen, baskı ve şiddet uygulayan, hakları ayaklar altına alıp özgürlüklerden mahrum bırakan, insanlığı yok sayan,  vahşice ezen ve sömüren ne varsa sermaye iktidarı ve siyasal iktidarın birlikteliğinden ortaya çıkmıştır. Parlamento ve yargı da bu düzenin kural koyucuları, denetleyicileri ve onaylayıcılarıdır.

Sınıflı toplumda devleti gerçeklikle okumadan ve sınıfsal analize tabi tutmadan, o devletin içinden mum ışıkları aramak hem beyhude hem de kandırılmaya razı olup uyumlaştırma batağına girme anlamına gelir.

Kaldı ki burjuva devletin dilinden konuşulacaksa eğer, ne adaletin bakanlığı ne de yürütme koltuğuna tek başına oturan başkan hangi sıfatı taşırlarsa taşısınlar, kendilerini de ulus adına denetleyen, önünde “bağımsız” yazan yargıyı biçimlendiremezler. Bunu tek başına bir parti de yapamaz. Reform dedikçe uyumdan söz ettikleri Avrupa Birliği bu uyarıyı her seferinde yapmıştır.

Yargının anayasal ve yasal biçimlendirmesi ve güvencesi ancak ve ancak siyasi partilerin ortaklaşa çalışması ve fikir birliğiyle, yani toplumsal katılımla olur. Olmazsa olmaz. Anayasal güvence altındaki yargı öyle “iktidar elimizde, ne istersek onu yaparız” keyfiliğine tabi tutulamaz.

Teslim alınırken susulan ya da “elimizden bir şey gelmiyor ki” denilen YSK, AYM gibi kurumlardan hukuksuz karar çıktığında kızmakla yetinmek, sonra da hukuksuz kararın sonucuna boyun eğmek teslim olmaktan başka ne anlama gelir?  

Hak aram özgürlüğü, bağımsız yargı, adil yargılanma hakkı, yargıç ve savcı güvencesi, masumiyet karinesi, gözaltı ve tutuklama koşulları zaten anayasal güvence altında ve bu ilkelere uyulmak zorunda.

“Ama uyulmuyor” demekten öteye geçmek için “neden uyulmuyor”u öyle böyle değil, sıkı bir sınıfsal analize tabi tutmak gerekiyor.  

AKP’nin, piyasacı ve gericilerin önerdikleri üzerinden iyi/kötü, olumlu/olumsuz maddeler çıkarmakla, o maddeler üzerinden tartışmalar yapmakla düzeni meşru kılmak gibi bir misyon üstleniliyor ki iktidarın istediği tam da bu.

Önceki yargı reformu paketlerinde olduğu gibi bu paketin de özü, sömürünün ve baskının, piyasacı ve gerici hegemonyanın engelsiz devamı için yargı desteğidir. Reform denilen şey yargının düzene uyumu. Sömürü düzeninin yargısı sömürü için hizmet etmeli…

Kuralsızlıkla, hukuksuzlukla yönetebilmenin kalıcılaştırılması için o hukuksuzluktan ve keyfilikten “onay kararı” çıkarmak gerekir. Kökü 12 Eylül faşist darbesine dayanan, 2010’larla yeni kılıfını giyen AKP dönemi yargısının yaptığı bu onayı vermektir.

Reform diye diye yargıyı tepelerken yapılan anayasal ve yasal düzenlemeler de ihtiyaca (!) göre “uygula-gör-düzelt” yöntemiyle oyuncak haline getirilecektir. Yargı mensubunun gericilikten uzak durmaması da caizdir.      

Yeni Osmanlı düzeniyle örtüşen başkanlı rejimde bunun adı “ulus adına yargı” değil “başkan adına yargı”dır. Özü de “insanlığın adaleti” değil “sermayenin adaletidir”.

TÜSİAD’nin, hukukta reform ve yargı bağımsızlığını artıracak adımlar isteği, “hukuk devleti olmadan ekonomik ilerleme mümkün değil”, “hukukun istikrarlı ve öngörülür olduğu, hakların teminata alındığı ortam ve girişim özgürlüğü yatırım için ön şarttır” uyarısı aynı kapıya çıkar: Sınırsız mülkiyet hakkı ve girişim/sözleşme özgürlüğüyle engelsiz kapitalizm. Devlet de bunun için seferber, devlet içindeki yargı da…

Yerel mahkemeleriyle, Yargıtayı, Danıştayı, HSK’si, YSK’si ve AYM’siyle, tüm kurum ve kurallarıyla, gericiliği ve keyfiliğiyle bütünsel olarak analiz edilmesi gereken bir sömürü düzeni var önümüzde.

İktidar istediğini vitrine çıkarıyor, istediğini satışa; istediğine ceza, istediğine ödül…  Sermayenin egemenliğindeki arabuluculuk da sakın ha atlanmamalı, her yere yayılmalı.

Kendisi reformlarla düzeltilemeyecek bir düzenin yargısı da düzeltilemez, seri cinayetleri de durdurulamaz. Sahte çözümler sahiplerini korur ancak.  

Çözümün adı da sahibi de belli: İşçi sınıfının sınıfsız, sömürüsüz, adaletli toplum mücadelesi…