Savaş suçları yargılanacak

Başbakanın adı değişti, cumhurbaşkanının müdahale alanı genişledi diye ortalık durulmadı. Sermaye düzeni ve siyasetçilerinden, gericilerden sorulacak hesap çoğalıyor.

Hesap sorma işinin iç hukukta iki karşılığı var: Birincisi siyaseten, ikincisi hak arama ve yargılama yoluyla. AKP, iki yolu da tıkadı.

Siyaseten, ne seçimle ne de anayasal denetim yollarıyla hesap sorulabiliyor. 7 Haziran’dan 1 Kasım’a, 1 Kasım’dan başbakan operasyonuna tokatlayıp duruyorlar düzen siyasetçilerini. Bu ayağın meşruiyeti “varmış gibi” gösterilse de, artık yok. Artık, cumhurbaşkanının yönlendirdiği fiili durum var.

Hak arama ve yargılama ayağının meşruiyeti de birçok alanda tartışmalı hale geldi.

Düzen kaynaklı suç teşkil eden olaylar her gün artarak devam ediyor. İddianameler sayfa sayfa yığılıyor. Suçlular yığını kabarıyor.

Yalnızca savaş suçlarına bakıldığında, Türk Ceza Kanunu’nun onbir ayrı maddesi bir çırpıda iddianame konusu olabiliyor. İnsanlığa karşı işlenen suçlar (kasten öldürme ve yaralama, işkence, eziyet veya köleleştirme, kişi hürriyetinden yoksun kılma, cinsel saldırıda bulunma, çocukların cinsel istismarı, zorla hamile bırakma, zorla fuhuşa sevketme), göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti; inanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme; ayrımcılık, ibadethanelere zarar verme, suçu ve suçluyu övme, halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama, devlete karşı savaşa tahrik, yabancı devlet aleyhine asker toplama,  tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirmesi, görevi kötüye kullanma gibi suç başlıklarının içi oldukça dolu.  Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu kapsamında akaryakıt ve tarihi eser kaçakçılığını da eklemek gerekiyor.

Her şey herkesin gözü önünde… Gelin görün ki, yetkili organlar görevlerini yapmıyor/yapamıyor. Suç duyurusu ve olağan soruşturma/kovuşturma/yargılama yolları çalışmıyor/çalıştırılmıyor.

Barış Derneği ve Hukukta Sol Tavır Derneği tarafından hazırlanan “Suriye Halkına Karşı İşlenen Savaş Suçları-2” raporunda da belirtildiği gibi, 2011-2013 arasında “ÖSO ile Türkiye-AKP arasındaki ilişkiye dair pek çok delil” söz konusu iken, bugün “IŞİD ve AKP arasında neredeyse eşleşme, birlikte hareket etme hali ortaya çıktı”. Özetle, Türkiye “iki yıl önce karanlığın yanındayken Suruç ve Ankara katliamlarından anlaşılacağı üzere, bugün karanlığın içinde”.

Türkiye’deki yargı mekanizması çalıştırılmadığı gibi, Suriye’ye yönelik saldırıya ortak olan, saldırı ve insanlığa karşı suçlara her türlü desteği veren ülkelerin de yargı mekanizmaları çalıştırılmıyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi yolu da çalıştırılmıyor. Çünkü hepsi, emperyalist saldırgan düzenin parçası; kapitalist/emperyalist düzenin alanında, o düzenin kurallarıyla aktifler.    

Suçlar, yaratıcısı tarafından yargılanamaz. Yargılama, düzenin şekillendirip güdümüne aldığı mahkemeler tarafından yapılamaz. “Kendi çalar kendi oynar” örneğindeki gibi yapılmaya kalkışılırsa da “aklanma”ya hizmet eder.

Anayasal hak arama ve yargılama yolları iflas etmiştir.

Devlet, halkın yasalara uymasını isterken, halk da devletin hukuka, hak ve adalete uymasını ister. Keyfe göre uygulanan ya da uygulanmayan Anayasa, keyfe göre yönetilen devlet karşısında, evrensel hukukun da temel ilkeleri arasında olan "yurttaşlık hakkı" ve "direnme hakkı", halk adına, insanlık adına kullanılmak durumundadır.

Her gün artan suçların sorumlularının yargılanması talebini halk adına yaşama geçirme hakkı doğmuştur. Bu hakkın kullanımında emperyalist uzlaşma arayışlarına ve sermaye düzeninin savaş suçlarından ayrık tutulmasına izin verilemez. 

Savaş suçlarının yargılanması, hukuksal ve olgusal meşruiyete sahiptir. Yargılanmayan/yargılanamayan savaş suçları için yetkilerin kullanılmadığı durumda insanlık adına direnme hakkını kullanmak da hukuksal ve olgusal meşruiyete sahiptir. Bu meşruiyet, sermaye düzeninin ve siyasetinin tüm suçları için geçerlidir.

“Haziran Direnişi”nin yıldönümünde bir kez daha anımsatalım: hak mücadeleleri, direnme hakkıyla tarihe kazınmıştır; direnme, halk egemenliğinin, halk egemenliği de direnmenin vazgeçilmezidir. Haziran çok şey öğretti, başta da örgütlü olmadan direnme hakkını kullanmanın amacına ulaşmayacağını…

Barış Derneği ve Hukukta Sol Tavır Derneği, “Suriye Halkına Karşı İşlenen Savaş Suçları”nın yargılanması için artık ulusal/uluslararası düzenin kurum ve kurallarının tükendiğini, pozitif hukuk alanında mücadelenin ötesinde politik mücadeleyle yargılamanın kaçınılmaz olduğunu, gericilik ve emperyalizm karşıtı barış mücadelesinin sömürü düzenine karşı sınıfsal mücadeleyle koşut yürümesi gerekliliğini ilan etti.

Şimdi, “insanlık tarihine kara leke olarak geçecek suçlardan ve ülkemizin de alet edildiği utançtan kurtulmak, aynı suçların işlenmesinin önünü açan tüm nedenleri ortadan kaldırmak ve şimdiye kadar işlenmiş suçların cezasını kesmek için, Suriye halkına sınırdan bomba, silah geçiren değil, dostluk ve barışı getiren bir ülke olmak için tüm barışseverleri ve Türkiye halkını bu suçların takipçisi olmaya” çağırıyoruz.