Samanlıktaki alev

Cumhurbaşkanına hakaret konusu, hukukun teknik kavramlarını aştı. Daha geniş ve bütünsel bir sorunla karşı karşıyayız; “ben merkezli” otoriter siyasi ortamla, “baskı ve engelleme” gücüyle karşı karşıyayız.

Baskı ve engellemeyi yaratan ve artıran birçok neden var.

Bir kere, Ceza Yasası’ndaki “cumhurbaşkanına hakaret suçu” başlıklı özel düzenlemeyle, daha işin başında hukukla yaratılıyor baskı. Hukuk metnini yazarak, “bu alana girmek özellikle yasaktır, cezası da ağırdır” diyerek, bir kişi ya da makam için ayrımcılık yapılıyor, korku yaratılıyor.

İkincisi, neredeyse her eleştiri “ağır ve sarsıcı” bulunarak hakarete sokuluyor ve suç sayılıyor. Savcılar ve adalet bakanı hemen kolları sıvıyor. Sözde denetim ve eleme yapması gereken adalet bakanı, suçlu ilanında sıraya giriyor.

Üçüncüsü, yazılan her iddianameyi kabul eden yargı çoğunlukla cezayı kesiyor. Ne Anayasa’nın ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin kuralları ne de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları dikkate alınıyor. Hukuk ve yargı adına örnek kararlar görmezlikten geliniyor.

Ve gerçekleri anlatan, tartışan, sorgulayan, değerlendirme yaparak analitik incelemeye tabi tutan haber ve yazıların yer aldığı haber sitelerine erişim engelleniyor. soL Haber Portalı’nın başına gelen bu engellemede, konu ayrımı yapılmaksızın “Türkiye kategorisi” altındaki tüm haberler de engellenmiş oluyor. Engelleme kararının arkasında yine cumhurbaşkanı çıkıyor.

Aynı engelleme, “Gerçekler Erdoğandan Güçlüdür” ve “Gericiliğe Karşı Aydınlanma Hareketi” genel linklerine de yapılıyor. “Suç varsa cezası olmalı” diyenlerle “aydınlanma”yı hedefleyenler aynı kutunun içinde ortak engellemeye takılıyor.

İfade ve haberleşme özgürlüğüne, eleştiri hakkına yapılan engelleme, akla ve topluma baskıya dönüşüyor.

Engellemeyi yapanlar özgürlüklerini ve eleştiri haklarını sınırsız ve sorumsuzca kullanabiliyorken, halka hakareti medya aracılığıyla rahatlıkla yapabiliyorken, bu haksızlıklara karşı siyaset üretenler engelleniyor.

Ceza, siyasal iktidar için “cezasızlık hali”ne dönüşüyor. Her cezasızlık hali, egemen siyaseti daha fazla otoriterleştiriyor.

AKP döneminde zaafları hızla artan “hukuksal dünya anlayışı”, cumhurbaşkanına hakaret konusuyla iflasını açıkladı.

Yağ lekesi gibi büyüyen cumhurbaşkanına hakaret davalarının toplumsal analizi için gerekli olan tartışma ortamının dahi engellenmesi, buna yargının aracı kılınması “hukuk” bahane edilerek gerçekleştirildi.

Toplumsal çözümlemeler için yeterli olmayan hukuksal dünya anlayışının,  cumhurbaşkanına hakaret gibi daha özgün bir konunun çözümlenmesi için de yeteli olmadığı anlaşıldı.

Yarın, mahkemelerin beraat kararlarını artırması, cumhurbaşkanına hakaret suçuna ilişkin hükmün Anayasa Mahkemesince iptali, bireysel başvuruların hak ihlaliyle sonuçlanması, AİHM’nin bu konudaki başvuruları “ihlal” kararıyla sonuçlandırması gibi hukuksal ve yargısal konular bütünüyle çözümlense bile, sömürü düzeni değişmedikçe, gericilik devam ettikçe, hırsızlıklar, cinayetler, katliamlar,  baskı ve şiddet devam edecek.

Hukuk devleti düşüncesini kutsallaştıranlara, içinde bulunduğumuz ulusal/uluslararası düzeni ve bu düzenin hukukla meşrulaştırıldığını da anımsatalım.

“Hakaret” ve “cumhurbaşkanı” kavramları bir araya gelince samanlık alev alıyor. Asıl yangın samanlıkta değil, yurdun her yerinde…  

“Gerçekler Erdoğandan Daha Güçlüdür” derken anlatılan, ne hakaret ne cumhurbaşkanı ne de samanlıktaki alev… Asıl yangını çıkaran düzen bütün olarak gösteriliyor ki,  mücadele de gerçek düşmana karşı yapılsın.

Onun için bıkmadan, yorulmadan hırsıza “hırsız”, katile “katil”, diktatöre “diktatör”, yobaza “yobaz”, çeteciye “çeteci” demeye devam edeceğiz her zaman ve her yerde. Ta ki onları besleyen sömürücü/gerici düzen yıkılana kadar…