'Özgürlükçü karar'larla bir şeyler değişiyor mu?

Son günlerde özellikle Anayasa Mahkemesi’nin öne çıktığı çeşitli yargı kararlarıyla ve yerel yönetim seçimlerinin de rüzgarıyla bir şeylerin değiştiği algısı konuşulmaya başladı. 

Kapitalizmin özgürlüğü sınıfsaldır, kendisini yaşatacak nefes boruları için de özgürlük oyunlarına ihtiyaç duyar. Kimisi sahte, kimisi bireysel örneklere oturur; sonuçta kendi “hür dünyaları”dır tepsi içinde sundukları. 

Çoğu kez sunmazlar özgürlüğü, sunar gibi gösterip vitrinde tutarlar. Sunmaları da Upton Sinclair’in “Şikago Mezbahaları”nda olduğu gibidir. Yalnızca sınırsız, sağlıksız, kaçak, talana ve katliama dayalı üretimleridir asıl olan; ne çocuk tanırlar ne yaşlı, ne hukuk ne de güvenlik ve ahlak… 

Emeğini üretime sokamayan gider, ölen ölür; yerine yeni emekçiler gelir. Kaşıkla verdiklerini de kepçeyle alırlar.

Siz okurken ya da izlerken mideniz bulanır, onlar cinayetlerini işlerken kılları kıpırdamaz.

Kimi yargı kararlarıyla umutlar yeşeriyor gibi gözükse de aslında değişen bir şey yok. Kendine özgü, ilkesi olmayan normalleşme tanımlarıyla hayal kuruluyor küçük örneklere bakılarak. 

Anayasa Mahkemesi, 2010 değişikliğiyle içine düştüğü bataktan, eski kararlarını yok sayıp siyasal iktidara göre güncele uygun Anayasa yorumlamasından, laikliği ve eğitimi ayaklar altına almasından, hak ve özgürlükleri çifte standart tanımlamasından, OHAL hukuk katliamından, nihayet göstere göstere verdiği sermaye ve siyasal iktidar yanlısı kararlarından sonra günah çıkaracak durumda bile değil. 

Ara sıra şaşırtan kimi kararları, AYM’nin üyelerinin kimin döneminde atandığı üzerinden yorumlamak bile bu çürümenin uzantısı. 

İstanbul BŞBB seçimi iptalinde Yüksek Seçim Kurulu üyelerinden muhalefet edenleri kahramanlaştırmayla, “hak ihlali var” diyen AYM üyelerini kahramanlaştırmak aynı kısır döngü içinde kalıyor, sarkaç boşa sallanıyor yani. 

Seçim adaletsizliklerine onay verip sonra da yasalaşmasına zemin hazırlayan aynı YSK idi. Hak ihlallerine yol vermeyi serileştirip OHAL döneminde siyasi iktidara denetimsiz ve neredeyse sınırsız keyfilik yolunu açan da aynı AYM idi.

OHAL KHK’lerine OHAL dışı hükümlerin konulmasına göz yumulması, aynı hükümlerin yasalaşmasına yol açılması, OHAL’in şeklen kaldırılmasına rağmen fiilen sürdürülmesi AYM’nin denetimden kaçmasıyla olmadı mı?

AYM dahil yargı, siyasi iktidara bağımlılığını ve özünde de sınıfsallığını her fırsatta ortaya koymuyor mu? 

Bir, iki kararla mı normalleşecekler? Ya da normalleşme diye dile getirilen ne?

Hukuku yok sayarak, hak ve özgürlükleri ihlal ederek, keyfiliği sınırsız kullanarak tüm emekçilere saldırılmasına göz yumanlar arasında denetim görev ve yetkisini yerine getirmeyen ya da mıknatıs yöntemiyle çalışan yargı organları yok mu?

Bir, iki kararla mı yargısal denetim yapılmış olacak?

Dağıttılar, parçaladılar, yıktılar… Yasaması, yargısı, hepsi oradaydı.   

Bir, iki küçük yamayla mı avunulacak?

Yıllardır gasp edilen hak ve özürlükler, hukuksuzluklar, insanlığa karşı suçlar, yolsuzluklar, açık sahtecilikler, yağma ve talan suçları, cinayet ve katliam suçları, savaş suçları ne olacak? Eziyet, baskı, sömürü ne olacak?

Akademisyenler için hak ve özgürlük ihlali kararları gecikmiş de olsa, münferit de olsa elbette önemli. Ama devamında birçok sorun duruyor.

Birkaçına değinelim: 

Yeniden yargılama söz konusu. Yerel mahkeme direnmesi söz konusu. AYM kararına karşı imzacılarla uyumlu siyasal baskı yerel mahkemeleri nerede tutacak, nereye taşıyacak?

Aynı kapsamdaki diğer akademisyenlerin durumu ne olacak?

Bildiriye imza gerekçesi, OHAL KHK’li ihraçlarda da kullanıldı. OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu da bu iddiayı ret kararlarında kullandı. Burada yeniden inceleme yapılacak mı?

Mağdurların tüm hakları iade edilecek mi?

Bu sorunlar ve daha birçoğu, tüm emekçi mağdurlar için geçerli. 

Bunlar sorun değil aslında, olmamalı. “Hukuk devleti” olduğunu iddia eden devletin yapması gerekenler. 

Bir sorun daha var: Yapmaması gerekenleri yaptığı için, insanların haklarını keyfice gasp ettiği için hukuksal ve siyasal tüm sorumlulardan hesap sorulmayacak mı?

Gelelim şu AYM’nin, bir öyle bir böyle gidip gelerek sözde masumane tavırlar içinde basın duyurusu yapma gereğini duyduğu “özgürlükçü kararlar” konusunun özüne…     

Kapitalizmin, emperyalizmin özgürlük yanılsamasıyla sınıfsız ve sömürüsüz toplumun gerçek eşitlik ve adalet dünyasının gerçek özgürlüğü karıştırılmasın.

Kapitalizmin özgürlüğüyle “özgürlük yargısı” arasında fark yok. Kapitalist dünyanın özgürlük yargısı, olaya, zamana, mekana, kişiye göre oynar; gider gelir. 

Bir şeyler değişmiyor. Düzen aynı. Uçlarında dinsellik, şovenizm, teröre karşı önlem ve düşman ceza hukuku olan mızraklarla baskı altında tutulan sınıflı toplumdayız ve sömürü sürüyor. 

AYM Başkanı gibi ABD yargısını ve o yargının özgürlük anlayışını iyi bilenler; yargıçların “siyaset teorisine vakıf” olmalarını, “açık ve mevcut tehlike testini”, “denge kriterini”, özgürlüklere yönelik “kısıtlamaların yorumlanmasında ve somut olaylara uygulanmasında kullanılacak” teorik enstrümanları iyi bilirler.

Özeti şu: sömürücü düzeni korumak için gerekli zor zamanlarda siyasi iktidarın baskıcı politika ve uygulamaları yargı tarafından desteklenir, muhalifler tutuklanır, hüküm giyer, onlar yönünden hak ve özgürlükler askıya alınır; bunun adı “zor zamanlar politikası”dır. Normalleşmeye ihtiyaç duyulan dönemlerde ise sözde özgürlükçü yaklaşımın olduğu kimi bireysel örnekler görülebilir. 

Özgürlük yargısı, “inişli çıkışlı bir seyir izler”; ölçüsü de sömürücü düzenin varlığı, korunması ve buna yönelik siyasettir. Buna “yargının piyasası” demek yanlış olmaz.   

Kaynağı sömürü düzeni olan adaletsizlik, sınıflı toplumun içindeki tekil örneklerle ortadan kalkmıyor. Ezilen ve sömürülen emekçiler için yapılacakların adı belli: mücadele... örgütlü mücadele… sınıfsal mücadele…