Maden cinayetleri

Ali Rıza Aydın'ın "Maden cineyetleri" başlıklı yazısı 10 Ocak 2013 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Madencilik sektörünün riski büyüktür, giderilmesi güç ve olanaksız durumlara açıktır. “Doğal ve kültürel varlıkların korunması” ile “işçi sağlığı ve iş güvenliği”, risk tablosunda birlikte yer alır. Maden gereksiniminden doğan toplumsal yarar ile yüksek riskten doğan zarar, denge kurulması güç bir durum yaratır. Üretildikten sonra, artık yerine konulması olanaksız varlıklar olan madenlerin üretim işinde gerekli önlemler alınmazsa, bir yandan doğanın ekolojik dengesi bozularak sürdürülebilirlik sağlanamayacak, diğer yandan maden emekçilerinin maddi yaşamı tehlikeye atılacaktır. Sonuçta, doğa ve insan cinayeti birlikte yaşanacak, önlem alınmayan her maden üretimi ve doğa cinayeti daha çok insanın ölümüne neden olacaktır.

Türkiye, tıpkı doğal afetlerde olduğu gibi, başta kömür olmak üzere tüm maden ocaklarında insan yaşamının hiçe sayılmasının kanıksandığı ve kanıksatıldığı ülkedir. İşçi sağlığı ve iş güvenliğine gayri ciddi bakış, madencilikte iş kazalarını “kader”in eline bırakmaktadır. Bu olağanlaştırma, “kaza değil cinayet” savlarını ciddiye alacak araştırma ve soruşturmalardan da kaçışa neden olmaktadır.

“Tabii servetlerin aranması ve işletilmesi”, anayasal güvence altına alınarak “kanun” ile düzenleme yoluna gidilmiş ve gerekli düzenlemeler Maden Kanunu ile yapılmıştır. Anayasa’nın 168. maddesi, tabii servetler ve kaynakların Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunduğunu, bunların aranması ve işletilmesi hakkının Devlete ait olduğunu belirtmesine karşın, gerçek ve tüzelkişilerin maden arama ve işletmesi konusunda yasa koyucuya verilen yetkiyle birlikte özelleştirme, taşeronlaştırma ve kiralama uygulamaları özelin hareket alanını fazlasıyla genişletmiş ve rahatlatmıştır. Uyulması gereken koşullarla, Devletçe yapılacak gözetim, denetim usul ve esaslarının ve yaptırımların kanuna bırakılması, sermayenin, topluma ait servet ve kaynaklara hücum etmesini engellemediği gibi, maden arama ve işletmesinde işçi sağlığı ve iş güvenliğinin hiçe sayılmasını, maden emekçisinin, örgütsüz olarak köle gibi çalıştırılmasını da engellememiştir.

7 Ocak günü yaşanan Zonguldak-Kozlu faciası örneğinde de görüldüğü gibi, Devletin denetim yapması, eksiklikleri saptaması, uyarıda bulunması, ceza kesmesi işe yaramamış, gaz patlamasını, ölümleri ve yaralanmaları önlememiştir. Özellikle yer altı madenciliğinin “sıradan” denetim yol ve yöntemleriyle yapılamayacağı, kendine özgü, sürekli ve etkin denetimin zorunluluğu göz önünde bulundurulduğunda, Kozlu’da kaza olmamış, olması için her şey yapılmıştır. Sayıştay ve Bakanlık tarafından yapılan denetimlere karşın facianın gelmesi, denetimlerin amacına ulaşmadığının ya da ulaştırılmadığının göstergesidir. Maden üretimindeki kazaların artış eğilimi ve asıl olarak da kazaların nedenleri, çıkar uğruna cinayeti işaret etmektedir.

Maden ocaklarındaki sözde denetimin özde denetimsizliğe dönüşmesi, iş güvenliğine yönelik teknolojik yenilenmenin ve işçi yaşamının önemsenmemesi neoliberalizmin vahşiliğine hiç de aykırı düşmemektedir. Maden cinayetleri, hem doğal ve kültürel varlıklar üzerinde hem de emekçi üzerinde eşzamanlı sürdürülmektedir. “Yok etme” politikasıyla üretilen madenlerin toplum yararının yok sayarak iç ve dış büyük sermayenin yararına sunulması göz ardı edildikçe cinayetler de devam edecektir. AKP döneminde çıkarılan ve anayasal denetimden geçen yasalar, doğal ve kültürel varlıklara sorumsuzca el atılmasına, madencilik faaliyetinin ve emeğinin esnetilerek çıkarcıların ve sermayenin eline teslim edilmesine izin vermiştir.

Doğal ve kültürel kaynakların korunmasının özünde de işçi sağlığı ve iş güvenliğinin özünde de, insana, emeğe ve topluma verilen değer yatar. Halka ait olan madenler, kapitalizmin sömürüsüne bırakılamaz. İşçi sağlığı ve güvenliği de kapitalizmin kâr hesapları içinde tutulamaz. Doğal varlıkları ve emekçileri içeren maden cinayetleri, aslında bütünsel vahşi piyasa cinayetleridir. Cinayetleri önlemenin yolu da sermayenin ve piyasaya hizmet eden devletin hukukundan, iş sağlığı ve iş güvenliği denetimlerinden yarar ummaktan daha ciddi ve kararlı bir savaşımı sonuçta, doğal kaynakların, gerçek sahipleri olan halka teslimini gerektirmektedir.