Laiklik hakkı: Tartışmadan öte gerçekler (I)

“Laiklik hakkı” sözcükleri sık kullanılan bir ifade değil. AKP, 2008 yılındaki kapatma davasında Anayasa Mahkemesi’nde yaptığı savunmada, “insan hakları literatüründe laiklik hakkı diye kavram yoktur” deyince düştü internete ve medyaya, orada kaldı.

Konuyu, liberal insan hakları kullanımı ya da liberal/burjuva hukuk kapsamında, “var” ya da “yok” gibi bir tartışma içinde tutmanın anlamı yok. Laikliği bu alana sıkıştırmak, insanlık tarihindeki “hak mücadeleleri”ni sermaye düzenine teslim etmek anlamına gelir. AKP’nin savunmasında söylediği de budur: egemenliği elinde tutarak, işçileri, emekçileri, halkı yönetme yetkisini elinde tuttuğunu sanan sermaye düzeninin sözcülüğünü yapmak; laikliği, söz ve öz olarak önemsizleştirmek; “asıl olan din özgürlüğüdür” niyetini laiklik olarak satmak…

“Kutsal (ilahi) hak” anlayışı, “tanrı egemenliği” ve “kul hakkı” kavramları ortalıkta dolaşırken, “laiklik” kavramını “hak” kavramıyla birlikte kullanmaktan daha olağan ne olabilir?

“Laiklik” ve “hak” kavram buluşması, ne ulusal/uluslararası pozitif hukukta ve insan hakları belgelerinde sıralanan haklarla ne de o sıralamaya yeni bir hak başlığı eklemeyle sınırlıdır. Laiklik hakkı, hukuk dilinde bilinen bütün hak ve özgürlüklerin, eşitlik ve adaletin fiilen yaşama geçirilebilmesi için, bütün insan hakları ile eşitlik ve adalet ilkeleri kullanılarak savunulması gereken temel haktır. Ve tabii ki laiklik hakkı, antilaiklik ile laik görüntü bulamacına sarılan sömürücü/gerici düzenle mücadele için gereken temel haktır.

Laiklik, kimi hakların pozitif hukuk kuralı haline getirilmesinden daha geniş ve üstte bir ilkedir. Bir kez daha vurgularsak; konu, liberallerin yönlendirdiği ve şekillendirdiği “haklar” sıralamasından ötedir ve pozitif hukuk üstüdür.

İnsanlık için vazgeçilmez olan ilkelerin zedelenmesi, sınırlanması, yok sayılması halinde, bu ilkeler için hak mücadelesi verilmesi kaçınılmazdır.

Aydınlanma mücadelesi tarih boyunca tüm hak mücadelelerinin tetikleyicisi olmuş; “din referanslı ilahi hak anlayışına” meydan okuma, hak mücadeleleri tarihinin bütün dilimlerinde önemini ve etkisini sürdürmüştür. Egemenliğin “tanrı”dan insan aklına ve iradesine geçişinin özünde bu meydan okuma vardır. Meşruiyetini tanrı yerine insan aklından alan hak kavramı, bugüne değin içinde barındırdığı “haklar” zincirini, “din dışında kalma hakkı”na güncel deyişle “laiklik hakkı”na borçludur.

Toplumsal yaşam tarzında, siyasette, devlet yönetiminde ve hukukta din dışında kalmayı istemek ve bunu gerçekleştirmek yalnızca bireysel değil toplumsal bir haktır. Burada da liberal düzenin bireysel hak kavramı dışına çıkılır.

“Yaşam”, hukuksal anlamda hak sınıflandırmasına dahil ediliyorsa, din dışında kalarak akıl ve bilimle yaşama da haktır. Akıl ve bilimle yaşama, dinsel kaynaklı davranış kurallarının bireye, topluma, siyasete, devlete, yaşam alanlarına, kurumlarına ve kurallarına el atmasını reddeder. Bu temel ilkeye karşı çıkanlarla mücadele etmek, akla ve bilime dayalı hak mücadelesidir.

Haklar mücadelesinin kaynağı din değildir; dinin, topluma, siyasete, devlete ve hukuka karışmaması, insan yaşamına karışmamasıdır. Dinsel müdahaleyi ve bu müdahalenin sömürüde, sermayenin sınırsız tahakkümünde etkin araç olarak kullanılmasını laiklik hakkı önler.

Laiklik hakkı, tıpkı “yurttaşlık hakkı” ve “direnme hakkı” gibi haklar mücadelesi içinde yapıştırıcı rol üstlenir. Her üç hak da pozitif hukuk kuralı olarak yer almamakla birlikte, laik hukuk devletini benimseyen anayasalarda ve siyasette öz olarak yer alır.

Pozitif hukuk, yaşama, maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkıyla birlikte temel hak ve özgürlüklerle varlık bulur; onlar olmadan hukuk olmaz. İnsan aklını yansıtmayan kurallar da hukuk olmaz. Egemen siyasetin aklını yansıtan, sömürüye ve gericiliğe yol açan kurallar da eşitlikçi ve adalet yansıtan hukuk olarak tanımlanmaz; olsa olsa eşitlik ve adalet yanılsaması olur.

Eşitleştirilmiş bir toplum düzeninin hukuku; gerçek eşitliği, özgürlüğü ve adaleti yazar; devlet de bu yazılanları uygular. Tersi, sömürülen ve ezilen insanların sınıfsal direnişiyle karşılaşır. Direnme hakkının, sermaye düzenine yapışık kamu gücünü halk aleyhine kullananlara karşı yaptığı neyse, laiklik hakkının dinselliği insanlık ve emekçiler aleyhine kullananlara karşı yaptığı da odur.

Laiklik hakkını tartışmadan öteye geçiren gerçeklere haftaya devam edeceğiz.