Kurucu iktidar Erdoğan

Ali Rıza Aydın'ın “Kurucu iktidar Erdoğan” başlıklı köşe yazısı 6 Aralık 2012 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

12 Eylül sabahı silahla darbe yaptılar, silindir gibi ezip geçtiler. Toplumun gerçeğini hukuka yedirip kendi hukuklarını oluşturdular. Hukuklarının gerçeğini topluma dayattılar. Sermayeyle kucaklaşıp, kendilerinden önce başlatılan dışa açılma ve liberal uyum politikalarını geliştirerek, sıkıntısız uygulanması için seferber oldular. Kurdukları sistem, küçük oynamalar olsa da kesintisiz devam etti. Dönemlerinin “tek partisi” ANAP teklerken, 2002 yılında bir başka tek partinin, AKP’nin iktidarının oluşumu için hazırladıkları zeminle takdir bile aldılar. Sonra aynı AKP’nin, Cumhuriyet’le ve koşut olarak AKP karşıtlarıyla hesaplaşmasının simgesi haline getirildiler. Yargılanıyorlar… Susma haklarını kullanıp, “biz kurucu iktidarız, bizi yargılayamazsınız” şeklindeki yanıtla yetiniyorlar.

Aslında gözleri arkada da değil. Kurucu iktidarı oldukları ülke öyle bir iktidar partisine ve lidere sahip ki, hizmet ettikleri sermaye de, yayılmacı güçler de hayatlarından memnun koca bir devlet tüm olanaklarını hizmetlerine sunmuş… Lider de emir komuta zincirini iyi çalıştırıyor. Her şey ona göre planlanıyor, parti onun dediğinden çıkmıyor. Partisinde ve hükümetinde tek iken, şimdi de tüm ülkede “tek” olmak istiyor. Doğudan batıdan alınmış örnekleri karıştırıp “kendisine özgü” bir başkanlık istiyor.

AKP döneminin ilk Anayasa değişikliği bu lider için yapılmıştı. Yeni anayasa da kendisine uygun planlanıyor. “Uzlaşma olmazsa bizden günah gider. Yeni anayasayı kendimiz yaparız” diyerek kestirip atıyorlar. 2007’de Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçimini getirdiler. 2008’de “laik hukuk devleti” ilkesini delmek istediler. Önerdikleri anayasa değişikliği Anayasa Mahkemesi’nden döndü. Onlar da Anayasa Mahkemesi’ni dönüştürdüler. Sağlama almak gerekiyordu, yargıyı dönüştürdüler. Hem karşılarında dik duran bir Cumhurbaşkanı hem de 1960’ların geleneğinden gelen Anayasa Mahkemesi denetimi engel olmaktan çıktığı için, 2011’de KHK operasyonunda başarılı oldular. 2012’de, 4+4+4 Eğitim Yasasıyla laikliğe el attılar. Artık, uymaları zorunlu yürürlükteki Anayasa’yı tanımıyorlar.

O kadar rahat ve kontrolsüz gidiyorlar ki, düşündükleri her şeyin gerçekleşeceğine inanıyorlar. Tıpkı iktidarlarını borçlu oldukları, ancak politik çıkar uğruna, “göstermelik” yargılamaktan çekinmedikleri Milli Güvenlik Konseyi gibi “kurucu iktidarlık” konusunda hiçbir engelin olmadığına inanıyorlar. 12 Eylül’ün “demokrasiye geçme” iddiasındaki Anayasa’sı, darbe liderini Cumhurbaşkanı yapmıştı AKP’nin 12 Eylül’ün Anayasası’nı silme ve “ileri demokrasi” iddialı yeni anayasa girişimi “bay lider”i için tek ve geniş yetkili başkanlık sistemini hedefliyor. Konu hukuksal alana geldiğinde ya da diğer ülkelerin başkanlık sistemiyle karşılaştırıldığında ise önerdikleri sistemin “Türkiye’ye özgü” olmasıyla övünülüyor. Türkiye’ye özgü dedikleri, “bay lider”e özgü… Zaten, kendi içlerinden çıkardıkları Gül dahil, bay liderden başka aday bile düşünülmüyor.

Hem Anayasa’nın değiştirilemez maddeleri hem de başkanlık gibi siyasal sistem değişikliğine yönelik konularda “kurucu irade” rolüne soyunmaktan çekinmiyorlar. Meclis’teki diğer üç parti de “demokratik nezaket”ten (!) olsa gerek bu tehlikeli oyuna ortaklıklarını sürdürüyorlar. Beylerin niyetleri açık açık ortada iken, iyi niyetle anayasa maddeleri kaleme alınıyor.

Toplumsal gerçek, anayasayla hukukla değiştirilmiyor ki… Anayasa maddeleri yazmak yerine toplumun gerçeğiyle, derdiyle uğraşılsa daha verimli ve yaralı olunacak. İşte yerel seçimler yaklaşıyor. Sahada çalışılsa, emek yanlı politika üretimlerine kulak verilse daha iyi olacak.

Sermaye, 12 Eylül’de küresel büyüme ve kâr hesapları yapıyordu, şimdi de yapıyor siyaset arenasında yaşananlardan şimdilik kaygısı yok. Dinsel uyuşturma politikaları, ağırlaştırılarak yayılmaya devam ediyor. 12 Eylül’deki devlet, politikasıyla, hukukuyla ve uygulamasıyla “emek politikalarını” buduyordu, şimdi budanacak dal kalmadı, gövdelere saldırılıyor. Sermayenin sınırsız baskısının rahat uygulandığı, ucuz, güvencesiz, örgütsüz emek… Vergi ve kâr cenneti bir ülke… Altta kalan küçük işletmeci, esnaf, çiftçi mi? “İyi yönetselerdi de batmasalardı”…

Yeni kurucu iktidar, Cumhuriyet’in kuruluşu ve geçmişiyle hesaplaşmakla, kendilerine karşıtlıkları susturmakla, gericilik üzerine taht kurmakla yetinmeyecek. Devraldığı kurucu iktidarın yapamadığı ya da yarım bırakmak zorunda kaldığı “emek” köleleştirmesini, “akıl” ve “beden” köleleştirmesini gerçekleştirecek.

Bir gün kendileri de “biz kurucu iktidarız, yargılayamazsınız” der mi? Tarih tekerrür edecekse, bunun çok anlamının olmayacağı, günümüz örneğiyle ortada. Üst yapı oyunlarıyla, dönüştürülmüş “hukuk gerçeği”yle uğraşmanın, toplumsal gerçeği uzaklara atarak sermayenin refahı için “oyalama” dışında işe yaramayacağı açık…