Kırk satır mı kırk katır mı?

Yargının başına gelenleri, “kırk satırla da kırk katırla da” anlatamayız.

Tarihe, “Ene’l Hak” sözleriyle yerleşen, yargılaması sonrasında ölüme mahkum edilen Hallâc Mansûr’un, ölüm kararının uygulanma şekli belki anlatım için daha anlamlı olur.

Zamanının (922) yöneticileri, halka öylesine büyük bir ibret dersi vermek istemişler ki, bakın infaz nasıl gerçekleşmiş: Önce kamçılamışlar, sonra bedenini dilim dilim kesmişler; daracağına asarak teşhir etmişler, kellesini bedeninden ayırmışlar ve sonra da yakmışlar. Bu işlemler yapılırken, meydanda toplananlar da her aşamada tekbir getirmiş.

Yargılama gereği duyulmadan yok etme politikaları, sömürgeci yönetimlerin başvurdukları yollar arasında olsa da, hukuk ve yargı tarihinin kazanımları, yargıyı, burjuva devletlerin olmazsa olmazları arasına yerleştirmiş; hatta liberallerin, “uygun çıkış yolları” arasında vazgeçilmez hale getirmiştir.

Türkiye yargı tarihindeki en önemli başlıklardan biri, Anayasa’yı askıya alan, parlamento ve hükümeti dağıtan 12 Eylül 1980 darbe yönetiminin yargıya dokunmamasıdır. Tabii yargı da darbe yönetimine dokunmamıştır.

Aynı yargı, önce yasalarla sonra da 1982 Anayasası ile yeniden şekillendirilerek, siyasi yönetime bağlı hale getirilirken de, yargı susmuştur.

Bu suskunluk kulvarında hep “kuvvetler ayrılığı” ve “yargı bağımsızlığı” ilkelerine sığınılmıştır.

Aradaki kimi oynamalar bir yana, 2010 Anayasa operasyonu, yargının neredeyse geniş kesimi tarafından “yargı yönetiminde demokratikleşme” adına takdiren desteklenmiştir. Bugün, paralel diye adlandırılan cemaat kadrolaşmasının, siyasi davalar için yaptıkları ise AKP/liberal cenahın çok yönlü takdirine şayan olmuştur.

Şimdi de yargı içinde cemaat operasyonu başlık yapılmakta. Ve birileri hâlâ  “kuvvetler ayrılığı” ve “yargı bağımsızlığı” ilkelerine sığınarak, cemaatten arındırılmış yargının evrensel ilkeleri sağlayacağını söyleyebilmekte…

Yani kimileri hâlâ piyasacı/gerici düzen içinde, kayıtsız koşulsuz emperyalist bağlılık içinde yargının ve yargıcın bağımsız olabileceğini savunabilmekte…

Yani her şey serbest, yargı da bağımsız…

İşte neoliberal düzen bu yanılsamayı dayatıyor ve kabule zorluyor.

Ve bu tuzağa düşen yargı mensupları da, aynı yanılsama içinde “bağımsız” olabileceklerini sanıyor.

 Oysa Türkiye’nin, ne devlet, ne demokrasi, ne hukuk, ne de yargı konusunda hiçbir mazerete ve masumiyete tahammülü kaldı. Birileri, düzen içinde en iyi devlet, en iyi demokrasi, en iyi hukuk ve en iyi yargı arayışlarıyla oyalanırken, kimi iyi niyetli saflıklar da bu oyalamanın peşine takılırken, düzenin egemenleri pervasızlığını sürdürüyor ve siyaseti bu pervasızlık üzerine şekillendiriyor.        

Adalet dağıtmakla görevli olan yargı camiası, yargıcı, savcısı ve avukatıyla, düzen tarafından hallaç pamuğu gibi dağıtılıyorsa ve yalnızca düzen için kararlar alınmasına izin veriliyorsa,  düzen içi ve masumiyet sınırları içindeki sözde eylemlerle ya da eylemsizlikle bataktan çıkılması olanaklı değil. Adaletsizliğin diz boyunu aşarak, kafaları da içine aldığı ortamda, başına “bağımsız” konulan sözde yargı ile adalet aramak hiç olanaklı değil. 

Haziran direnişi gibi bir mirasın dersi okunmadıkça, Türkiye’de ne yargıçlar yargıç, ne savcılar savcı, ne de avukatlar avukat olarak kalır.

Sorun, AKP/cemaat kavgası gibi dar alana sıkıştırılırsa, olsa olsa, Sırbistan örneği gibi, bütün yargı mensupları kapı önüne konulur, üç ay sonra da beğenilenler işe alınır; birileri de “yargı cemaatten kurtuldu, bağımsızlaştı” diye sevinir.

Yargı konusu, tıpkı hukuk konusu gibi, yalnızca hukukçuların konusu da değildir. Adalet arayışı tüm toplumu ilgilendirir. Bu nedenle eylemsizlik de kabul edilemez, seçim bahanesine de sığınılamaz.

Vakit geçirmeden, tüm demokratik kitle örgütlerinin ve halkın katılacağı eylemlere, ama süreklilik gösteren eylemlere başlamak gerekir. Tabii, yargının, toplumsal ilişkilerden ve kurulu düzenden soyutlanarak düzeltilemeyeceği bilerek…


TİP’li yoldaşlarımızdan, sosyalizmin yiğit savunucularından, sevgili dostumuz Çetin Kaya Kuşhan’ı kaybettik. Her gidenin yerine binlercesini koyacak güç ve iradeyle yolumuza devam ederek, anılarını ve mücadelelerini yaşatacak; dikilmez denilen her yere bayraklarımızı dikeceğiz.