Kelebek etkisini aşmak

Dün 1 Mayıs’tı. Dün umudu çoğalmak, sosyalizm kararlılığını ve örgütlü mücadeleyi yaygınlaştırmak için birlik, mücadele ve dayanışma günleriydi işçilerin, emekçilerin. Dün sömürülenler alanlardaydı kol kola yürek yüreğe.

Dün hem uyarılarını yaptı işçiler hem de sahte ve geçici umutlara kanmayacaklarını, sömürüsüz dünya hedeflerini haykırdılar.

Dün bir şey daha kararlılıkla dışa vuruldu. Ne seçimler gibi ne de 1 Mayıslar gibi geçici nefes alma ve coşkular düzeni değiştirmeye yetmiyor; sömürücülerin canlarını sıkacak kelebek etkileri yetmiyor.

Sömürenlerin düzenleri fırsatçılıkla, keyfilikle, yakıp yıkarak, vahşileşerek, yobazlaşarak, ezerek sürüyor.

Savaşlar çıkarıyor, çete savaşları yaptırıyor, terör havuzları açıyor, katliamlar yapıp cinayetler işliyor, hukuksuzlukları hukuk yapıyor, parlamentoları işlevsiz bırakıyor, yargıyı onay makamına oturtuyorlar.

Kendileri dışında işçilerin, emekçilerin, bilim insanlarının, aydınların, sanatçıların, gazetecilerin, öğrencilerin, kadınların ve çocukların yaşam hakları sınırına dayanarak baskı yapıyor, haklarını ihlal ediyorlar.

Hukuku kendi çıkarları ve birikimleri için kullanırken, sömürülenler için baskıya ve yaptırıma dönüştürüyorlar.

Dini eğitime, hukuka, devlete, siyasete ve topluma sokarak uyuşturma, uyumlaştırma ve yönetme aracı olarak kullanıyorlar.

Devletle yapıyorlar her şeyi. Kimi zaman küçülterek, kimi zaman işlevlerini artırarak ama kural koydurarak, teşvikler alarak, ceza uygulatarak, denetimsizlik içinde denetimi elde tutarak. İşlerine gelmedikçe rejim değiştirerek ya da darbe girişimleri yaparak.   

Krize girdikçe yükleniyorlar emekçilere işsiz bırakana kadar. İşsizlik fonuna ve kıdem tazminatlarına el koymaya kalkıyorlar. Seçimde işçisine seçme hakkını kullandırmayan patronlar sömürü yöntemlerine her seferinde yenilerini ekliyorlar.

“Aleyhimize konuşursanız alacaklarınızı vermeyiz” diye belge imzalatanlar bile var.

Hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet suç ve ceza hukukları kapsamında ama düzenlerinin özünde… Savaş hukukunu kendileri yazıyorlar, savaşı çıkaranlar kendileri. Terörle mücadele diyorlar, terörü yaratan kendileri. Çocuk hakları diyorlar, çocukları istismar eden, işçi yapan kendileri.

Namus dedikleri mülklerinin namusu, kamusal olanlar ne ki, kadın ve çocuk ne ki?

1 Mayıs için “çalışacaksınız, bir yere gidemezsiniz” dediler kimi patronlar. Neymiş, 1 Mayıs günü resmi daire ve kuruluşlar tatil edilirmiş.

Kendi hukuklarıyla ve dilleriyle yanıt verilince bile haksızlıkları hukuksuzlukları açık. 1 Mayıs’ın amacı açıkça çalışanların birlik, mücadele ve dayanışması. Bu birlik ve dayanışma içinde olmak hak. Mücadelelerle kazanılmış hak, değil patronların keyfi kararlarıyla yasalarla bile engellenemez.

Ne hak, ne hukuk… Kendi koydukları kanunlara, anayasaya bile uymuyorlar. Arabuluculuğa ve tahkimlere güveniyorlar, düzen yargısına güveniyorlar. Devletlerine ve sınıflarının egemenliğine güveniyorlar.

Sermaye sınıfı sömüreceği gerici dünyayı istiyor,  işçi sınıfı sömürüsüz ve aydınlanmış dünyayı.

“Her şey sömürenler için” denilen ve bunun gerekleri için seferber olunan bir dünyada kimi asalakların, kimi düzen heveslilerinin yanılsamalar tuzağına düşmemek için ne seçimler beklenir ne de 1 Mayıslarda durulur.

Emperyalist devletlerin ve uluslararası örgütlerin, kapitalist devletlerin, onların uluslararası ve ulusal hukuklarının ezilenlere ve sömürülenlere karşı “özel bir baskı gücü” oldukları unutulabilir ya da unutturulabilir mi?

“Kelebek etkisi”yle bu düzen değişebilir mi?   

“Düzen değişmeli” diyorsak, sömürüyü ve sınıfları ortadan kaldırmak için, toplum adına üretim araçlarına el koymak için örgütlenmekten ve mücadele etmekten başka çare var mı?

TKP’nin vurguladığı ve uyardığı gibi “kelebek etkisi değil, komünist etkisi” şart.

Tabii ki her an sömürenlerin ensesinde olacağız; hakları gasp edilenlerin, ezilenlerin ve sömürülenlerin hak ve kurtuluş mücadelelerini sonuna kadar sürdüreceğiz.

Tabii ki “boyun eğme”meye devam edeceğiz, “boyun eğme”yenleri çoğaltarak ve güçlendirerek…

Tabii ki örgütlü mücadeleyi genişletmeye, düzeni analiz etmeye, anlatmaya ve yazmaya devam edeceğiz.

Ama Lenin’in dediği gibi, “bir devrim deneyi” yapmanın, “o konuda yazmaktan daha güzel ve daha yararlı” olacağını asla ve asla unutmadan.